Karanlık ve kısmen soğuk bir gecede korkusuzca ara sokakta yürüyen kaç tane kız vardır dünyada? Bir elin parmaklarını geçebilecek kadar çok değildir. Ama o uzun bordo paltosunun içinde soğuğu iliklerine kadar hisseden kız işte onlardan birisiydi. O korkusuzlardan birisi Los Angeles’in kirli ara sokaklarında yürüyordu. Gerçi hiçbir şey onun ruhu kadar kirli olamazdı. O saf kötülük tohumlarını kalbinde büyüten genç bir bayandı. Ailesinin aksine nefret ile büyümüş ve kin ile olgunlaşmıştı. Acılar onu büyütmüş ve yepyeni bir insan yapmıştı. Küçük Brenda yerini bir caniye bırakmıştı ve bunun üzerinden tam olarak on üç yıl geçmişti. Uğursuz on üç. Gerçekten de uğursuzdu. İnançlı bir Hıristiyan olmasa da batıl inançlara sahip birisiydi. Aradan geçen on üç yılın ardından Brenda'da yer yer dikkat dağınıklıkları olmaya başlamıştı ve bu da onun yakalanmasını sağlayacak tek şeydi. Lanet bir insanı öldüremediği için yakalanmak ona göre değildi kesinlikle. Ama daha önce hiçbir avı elinden kaçamamıştı. Bu da onun tek tesellisiydi. Gerçi *Her şeyin bir ilki vardır.* sözüne neredeyse körü körüne bağlı birisi olsa da bu sefer bunu göz ardı etmişti.
Yürüyordu karanlık sokakta. Esen rüzgâr kısa saçlarını savuruyor ve paltosunun eteklerini havalandırıyordu. İspanyol paça pantolonunun altından giren soğuk hava yüzünden bacakları buz gibi olmuştu. Kısık gözlerle etrafa bakarak ilerlerken içindeki şeytan onu dürtmeye çoktan başlamıştı bile. *Hadi ama Maddy birkaç oyundan zarar gelmez. Hem uzun zamandır da yalnızsın. Bir ruh, bir beden sana iyi gelecektir.* İçinden gelen o sese küfretse de artık kendisine hâkim olamıyordu. Titreyen sol eli çantasındaki bıçağına gidip duruyordu. Bir bıçak... Evet, bir bıçaktı onun cinayetlerinde kullandığı silahı. Ne diğerleri gibi gösterişli bir neşter ne bir ip ne de farklı bir şey. Hiç biri değil sadece bir bıçak, keskin bir bıçak...
Ve işte orada da o bıçağın keskinliğini hissedecek olan... Kim olduğunu bilmediği, sadece yolda birkaç saniye önce görmüş olduğu bir adam. Titremesi geçmişti Brenda'nın. Elleri alev gibiydi. Gözleri kırmızıya dönmüştü adeta. İçindeki şeytan uyanmıştı işte. O saniyeden sonra durduramazdı kendisini. Masum bir insanı öldürmek umurunda bile olmazdı. Çantasından bıçağını çıkarttı ve kolunun içine sakladı. Adam Brenda'yı fark etmişti. Adama yaklaşırken adamda Brenda'yı süzüyordu. Birkaç dakika boyunca gözlerini hiç ayırmadan Brenda'ya bakmıştı adam. Brenda ise karanlık başka bir ara sokağa dalmıştı bile. Adam da diğerleri gibi onu takip etmişti. Aynı daha öncekiler gibi.
"Hey sen, bebek! Bu saatte buralarda yalnız başına korkmuyor musun?"
Korkmak mı? İşte o Brenda'nın hayatı boyunca tadamadığı tek duyguydu. Nefret, sevgi ve hatta aşk bile kalbine girmiş olsa da korku asla hâkim olamamıştı ona. Şimdi ise adam bilmese de üstte olan Brenda'ydı. O an ise korkusuzluğunun nedenini bir tek o biliyordu.
"Korku kişiden kişiye gör değişir. Benim şu an duyduğum şey tatmin. Aynı senin ki gibi... Ama farkında değilsin ki o tatminin zamanla korkuya yenilecek!"
Adam afallamış bir ifadeyle Brenda'ya bakıyordu. Brenda ise git gide adamın arkasına geçerek onu çıkmaz sokağın üç harabe duvarının arasında bırakıyordu. Tam arkasına geçtiğinde ise bıçağını çıkartmıştı. Adamın omzuna koyduğu eli ile onu kendisine doğru çevirdi ve yüzündeki tatminkâr ifadeyle adamın karın boşluğuna bıçağı sapladı. İlk başta büyük bir acıyla dizlerinin üstüne düşen adam elleriyle yerden destek aldı. Ama boşunaydı. Çünkü Brenda bıçağını adam debelendikçe daha da döndürüyordu. Adam yardım dilenerek çevresine bakınsa da boşunaydı. Ardından bıçağını adamın tam kalbine getirdi ve kulağına eğilerek. *Kişisel algılama. Bu da bir nevi zevk meselesi dostum.* dedi ve kalbine bıçağı sapladı.
Adamın ağzından, midesinin üst kısmından ve bıçağını çıkarttığı kalbinden kanlar akıyordu. Brenda o an hiç olmadığı kadar büyük bir sevinçle doluydu. Küçük çocuklar gibi seviniyordu. Cesedin çevresinde bir iki tur attı ve tam önünde durarak birkaç dakika cesedi izledi. Basitti, ama zevkliydi. İşte önemli olansa buydu. Zevk vermesi. Ama tüm mutluluğunu karşıdan gelen siluet halindeki ışıklar ve siren sesleri bozmuştu. Karşıdaki apartmandan birisi onları görmüş olmalıydı. İşte bu Brenda'nın bitişiydi. Polis'in onu yakalaması her şeyin sonu olurdu. Elindeki bıçağı çatasın da ki mendile silerek çantasına fırlattı. Ardından yıkık duvardan atlayarak var gücüyle koşmaya başladı. Riverwind Sokağına yakın olması onun şansınaydı kesinlikle. Orada gidebileceği çok adres vardı. İlk olarak aklına Joachim gelse de Cheri'ye olanları anlatamazdı. O yüzden adımlarını çevirerek Isis'in dairesine koşmaya başladı. Nefes nefese kalmıştı. Bir yandan onu gammazlayana lanetler okuyor bir yandan da dikkatsizliğine sövüyordu. Merdivenleri üçer üçer çıktı ve en sonunda Isis'in *Geleceğinizin aynasına ulaşmak için zile basın.* Yazılı kapınsa geldi. Tam kapıyı yumruklayacaktı ki bir adam hiddetle kapıyı açıp dışarıya fırlamıştı. Arkasından "Defol!" diyen Isis'i umursamadan asansöre bindi ve gitti. Brenda ise Isis'e baktığı kocaman endişeli gözleri ile nefessiz kalmış akciğerlerini normale döndürmeye çalışıyordu. "Ne oldu, Brenda? Bu ne hal? Tamam, geç hadi." Dedi ve onu çekiştirerek odanın birine tıktı. Brenda çantasını attı yere ve bembeyaz koltuklardan birisine kendini attı. Kendi dalgınlığı yüzünden kendi kendini yakabilirdi az kalsın. Her şeyi baştan sona anlatmalıydı Isis'e. Daha önce yardım ettiği bu genç kadının da ona yardım edeceği ümidine kapılmıştı birden.
"Saklanmam gerek. Lanet olsun! Yakayı ele veriyordum neredeyse." Derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. Taramalı tüfek gibi olanları. Şeytan'ın ruhunu ele geçirişini, adamı öldürüşünü ve polisleri. Her şeyi bir çırpıda anlatmıştı. Birden neden bu kadar açık sözlü olduğunu bilmiyordu. Açıkçası o an takmıyordu da... "Polisler peşimde. Onlardan kaçtım. İhbar eden beni tanıdı mı bilmiyorum. Tek bildiğim saklanmam gerektiği. Evet, bana yardım edecek misin?" dedi ve kafasını geriye atarak tavana bakmaya başladı. Verilecek cevap onun kaderini değiştirecekti.