# Yaşamın Sesi #
Yaşamıyorken, yaşamak ya da yaşamak için bir neden bulmak. Belki de ölmen için gereken tüm engelleri kaldırmak. Ayaz her yeri dondurmuştu. Ellerimi duvara vurduğumda kum taneleri gibi yerlere dökülen buzlar, eriyerek yerleri ıslatıyordu. Uzun eskimiş büyük taşların yığıntısı tarzı verilen büyük Hogwarts koridorlarında yürüdükçü daha fazla üşüyordum. Gidiyordum ama sanki hep aynı yerde dönüyordum. Arada kafamı çevirip geriye bakıyordum gördüğüm tek şey, karanlık ve duvarlarda yanan alevlerin küçük ve işe yaramaz ateşlerdi.Yürümeye durmaksızın devam ediyordum. Bu zamana kadar neden hep iyi olmuştum ki... İyi olduğum için gelmemiş miydi bunlar başıma?...Belki daha mutlu bir hayatım olabilirdi. Belki ümitsiz bir sabaha değil umut dolu bir sabaha uyanırdım her gün. Herkesin beni sevmesi değildi istediğim, tek onun sevmesi, onunla olmaktı beni mutlu edecek şey...Sessiz koridorlarda gerçekten yalnız olduğum hissettim. Tavandan oluşan uzun buzlardan akan su damlaları yere damladığında çıkarttığı ses, kulağımda korkutucu bir melodi yaratıyordu. Topuklu ayakkabıların canımı yaktığını hissettim ve yere oturdum. Yerler bacaklarımı üşütmeye başlamıştı, soğuk o kadar sertdi ki, sanki ruhumu bedenimden çekercesine vücuduma acı veriyordu. Ayakkabılarımı çıkardım ve kafamı duvara yasladım...
###
Karanlıkta kaybolmuştum. Gözlerimin açık olmasına rağmen hiçbir şekilde bir yeri göremiyordum. Karanlıktı tamamen karanlık, sesleri duyabiliyordum, konuşmalar geliyor ve gülüşen insanları duyuyordum. “Anneee!” diye bağırdım. Elimi öne uzatmış bir yere çarpmamaya çalışıyordum. Yaklaştım ve dokundum üstünde girinti-çıkıntı olan bir taş duvar vardı, ellerimi sürttüğüm an ellerimi acıtmış ve kanatmıştı. Bu sırada biri beni kucağına aldı “Daisy, bebeğim tek başına çıkmamalısın gezmeye” dedi. Bu sesi duymayalı yıllar olmuştu, belki de hiç duyduğumu hatırlayamıyordum. Annemin sesi, korumacı olan bu güzel ses… Kötü olan onu göremiyordum, gözlerimi sonuna kadar açmıştım ama bir hiç renk hiçbir ışık yoktu. Akşam olmasının imkânı yoktu, sonsuza kadar süren bir karanlıktı bu, neden ve nasıl gelmişti bir an da buraya. Sanki ruhumla birlikte geçmişe bir yolculuk yapmıştı. Annemin o narin ellerinde taşınıyordum şuan, ama onu göremiyordum. Bir an görmek için gözün gerekmeyeceğini düşünerek kocaman sarıldım anneme, kokusunu içime çektim. Huzur dolu saniyelerdi.
###
Gözlerimi açtığımda annemin kucağından ayrılmış, o soğuk ve acı verici koridorlara geri dönmüştüm. Ve ellerim soğuktan morarmıştı, bacaklarımda öyle, keşke bu kadar ince giyinmeseydim diye geçirdim içimden. O kadar üşümüştüm ve o kadar canım yanıyordu ki, ağrıdan ayağı bile kalkamıyordum. Konuşmaya çalıştım ama sessimin bu haldeyken çıkacağını hiç sanmıyordum. “Yardım Edin...” sessizce kelimeleri tükürürcesine söyledim dudaklarımla. Bir daha konuşabileceğimi sanmıyordum. Eğer kimse beni bulamazsa, burada donarak ölebilirdim. Birkaç gün sonra kokmuş ve morarmış bedenimi bulmaları zor olmazdı. Nefretim büyüyordu, lanet olası hayata karşı nefretim alev olmuştu yüreğimin içini yakıyordu. İyi olmayacaktım, ne hayata ne de insanlara karşı… Belki seveceğim ama bunu asla dile getirmeyeceğim. Yalvarıyordum tanrıma kalbimi de dondursun da sevmeyi bırakayım diye… Tekrar denedim bağırmayı, eğer denemeseydim dakikalar sonra belki kendi kendime bile konuşamayacaktım. “Yardım edin! Kimse yok mu?” sesim koridorda yankılanıyordu. Ama ne bir ışık ne de bir ses vardı. Bu saçma yerde öylece kalakalmıştım. Kimsesizdim… Hiç kimsesiz… Kalbimdeki aşk; yuvasından yeni çıkmış kızgın bir yılana dönmüştü, sokacak ve öldürecek birini bulursam eğer mutlu olacaktım. Yaşamak değildi marifet; marifet, yaşadığından memnun olarak yaşamak ve öleceğin an, dünya da kalacak amacının olmadığını ve mutlu olduğunu bilerek ölmekti. Ama ben mutlu değildim. Ölmem için gereken an bu an değildi. Yaşamak ve öldürmek istiyordum. Nasıl yapacağımı bilmiyordum ama yapmak istediğim tek şey her saniye nefes almaya devam etmek ve elimi kalbime götürdüğümde o sesi duyabilmek, yaşamın sesini…
Saniyeler hızla ilerliyordu. Ayağı kalkmayı denedim, ayaklarım öylesine uyuşmuştu ki ayağı kalksam bile yürümem imkânsızdı. Duvara tutunarak kalkmayı denedim ama olmuyordu, ne yaparsam yapayım olmuyordu. Tekrar yere düştüm, canım yanmamıştı ama. Bitmeyen ıstırabın gecesindeydim sanki ölümün gecesinde. Kimse mi fark etmemişti yokluğumu, kimsenin umurunda değil miydim? Sürünmeyi denedim biraz yol almıştım ama yeni sorun nereden geldiğimi ve nereye gideceğimi unutmuştum. Dizlerimim acıdığını arada hissetsem bile sadece sürünüyordum. Başka çarem yoktu, ya burada ölecektim ya da biraz acı çekecektim. Bir kişiyi görebilmek ve beni kurtarması istemek umut ettiğim tek şeydi şuan. Isındığımı hissetmiştim. Durdum ve kafamı yere koydu. “Ahh, Yardım edin bana…” dedim ve ayağı kalkmaya çalıştım, iki ayağımın üstüne basmışken bir acı hissettim. Sanırım o soğuk ve sert betona kafamı çarpmıştım. Kendimi hissetmiyordum. Sanki ruhum bedenimden ayrılmıştı. Ve ben yerde yatan bedenimi görebiliyordum. Kanlar çıkıyordu kafamın altından, sanırım çok sert çarpmıştım. Ruhumda acı çekiyordu aynı anda. Ölüyordum sanırım, bedenimi görebildiğime göre ölüyordum. Bir an her şeyin eski halini aldığını, ruhumun ısındığını hissetmeye başladım.
###
Gözlerimi açtığımda beyaz çarşafları ve beyaz tavanı ile sıkıcılığı ön planda olan bir odada buldum kendimi. Başımda sargılar vardı. Bacaklarımda da öyle, kafamı sağa doğru çevirdiğimde orada kocaman bir cam [/color]vardı ve benim tarafım aynaydı. Eminim dış taraftan içeriyi görebiliyorlardı. Gece olanları düşünmeye çalıştım. Ama başım oldukça ağrıyordu. Pek bir şey hatırlayamıyordum. Bir rüyadan uyanmış gibi kesik kesik hatırlıyordum her şeyi… Sonsuzluk içinde kaybolmuştum sanki…