Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Etrafta ne bir ses vardı, ne bir ışık, ne bir insan. Aslında bunların olmaması normaldi. Fleur, Paris’in en ıssız ve en kasvetli sokaklarından birindeydi. Güzelliğiyle dikkat çekmemek için siyah, uzun bir pelerin giymiş ve simsiyah beline kadar uzanan saçlarını örtmüştü. Bembeyaz teniyle, kıpkırmızı dudaklarıyla, iri yemyeşil gözleriyle ve küçük, hafif kalkık burnuyla inanılmaz derecede güzel olmasına karşın bu güzelliği kullanmayı ve bu şekilde dikkat çekmeyi sevmezdi. Pelerinin altına giydiği, yerlere kadar uzanan siyah, sade elbisesiyle bile yeterince dikkat çekiciydi.
Dar ve uzun sokağın geniş kaldırımında yürürken az sonra olacakları düşünüyordu. Buraya gelmek onun için çok zor ve sıkıntılı olmuştu zaten. Ama buna mecbur olduğunu hatırlatıp duruyordu kendine. Sıra sıra dizilmiş çöp tenekelerinden gelen keskin koku onu çok rahatsız etmişti. Nefes almayı bırakarak yoluna devam etti. Nasıl olsa bunu yapmaya ihtiyacı yoktu.
İki dakika kadar yürüdükten sonra ulaşmak istediği yere gelmişti. Yeşil, ahşap bir kapının önünde duruyordu şimdi. O kadar eski görünüyordu ki boyası yer yer soyulmuştu. Fleur kapının kulbunu hafifçe kavradı. Çok büyük değildi fakat yılan başı şeklindeki kulp elini koyduktan sonra daha büyük görünmüştü. Derin bir nefesle pis kokuyu yeniden ciğerlerine doldurdu ve kapının kulbunu çevirdi.
İçerisi adeta bir harabeydi. Küf kokusu tozla birlikte tüm bedenini sarmıştı. Yerdeki döşemenin tahtaları gıcırdıyordu. Karanlıkta dikkatli bakınca Fleur bazı tahtaların eksik olduğunu fark etti. Duvarlar beyazdı fakat kirden adeta siyah gibi duruyordu. Bunların dışında küçük oda iki sandalye, bir masa, bir televizyon ve bir de küçük kitaplıktan oluşuyordu. Kirli duvarların üzerinde ise yalnızca bir tablo asılıydı.
Fleur tablodan ona gülümseyen tanıdık yüze baktı. Hatlarının keskinliği ve gözleri ona o kadar benziyordu ki. Fleur annesinin tablosuna bakmak için tabloya yaklaştı. Kadın aynı eskisi gibi, katliamdan önceki gibi ona gülümsüyordu. Elini kaldırdı ve tabloda gezdirdi.
Az sonra arkasından gelen bir öksürük sesiyle irkildi. Döndü ve yaşlı Peter Nappier’i gördü.
“Ah Mrs.Dupont bende sizi bekliyordum. Oturun lütfen.”dedi Peter.
Yaşlı ve hafif kamburluydu. Dişlerinin çoğu çoktan dökülmüştü. Saçları beyazlamıştı ve yüzü kırışıklıklarla dolmuştu. Fleur ondan gelen kan kokusunu aldığında tadının pekte lezzetli olmadığını fark etti. Ona zarar vermesine gerek yoktu. Ağır adımlarla adamın gösterdiği sandalyeye oturdu. Hafif bir gıcırdama sesi çıktı. Adam ise Fleur’un mutfak olduğunu anladığı küçük bir odaya girdi ve bir kadeh kırmızı şarapla geri döndü. Onu Fleur’a verdi.
Fleur uzun vampir dişlerini çok fazla göstermemeye çalışarak etkileyici ve katı bir ses tonuyla konuştu.
“Beni buraya neden çağırdın Peter.”dedi.
Fakat onu neden çağırdığını zaten biliyordu.Bu adam asırlardır tartışma konusu olan Dupont ailesi hakkındaki tüm gerçekleri biliyordu. Fleur’un öğrenmek için yıllarını harcadığı gerçeği biliyordu. Ailesini katleden vampirin kim olduğunu biliyordu.
“Mrs.Dupont yıllarca bu sırla yaşadım. Yıllarca bildiğim gerçeği herkesten—”
“Yeter Peter. Masal anlatmayı bırak artık. Senin için ayıracak varktim yok. Söyle şu adı artık.”
“Üzgünüm efendim ama söyleyemem.”
Bu sözler bir an için onu şoka uğrattı. Bütün bu yolu o pis bunağın vicdanını rahatlatma konuşmasını dinlemek için gelmemişti. Gerçeği öğrenmeye gelmişti. Tüm gerçekleri…
İnanılmaz bir hızla Peter’ı boynundan yakalayıp duvara yapıştırdı. Adam şimdi hem giderek nefes alamıyor hem de ağlıyordu.
“Anlat. Her şeyi anlat!” diye bağırdı.
Saldırganlığı arttıkça kan içme isteğide artıyordu.Adamı yere bıraktı ve hiddetle odanın öbür ucuna yürüdü. Yürüdükçe çıkan topuk sesi ve yerdeki döşemenin gıcırtısı adamın hafif inleme seslerine karışmıştı.
“Mrs.Dupont gerçekten asla emin olamadım. Yemin ederim. Yıllarca sizin gibi bu işin peşine düştüm. Ama sizi tehlikeye atamam. Bunu size söyleyemem affet beni kızım.”dedi adam.
Fleur reddettiği babasının ona yeniden kızım demesi karşısında afallamıştı. Yıllardır annesinin soyadını kullanıyordu ve bu adamın kızı olmaktan nefret ediyordu.
“Sakın..sakın beni korumaya kalkma seni bunak!”dedi ve tekrar adamın üstüne yürüdü.
Peter ise son nefesini vermek üzere olduğunu biliyordu. Yavaşça kızının eteğini tuttu ve onu yere doğru çekti. Fleur dengesini kaybetti ve tozlu zeminde yatan adamın yanına çöktü.
“Fleur..” dedi Peter. Artık son sözlerini söylüyordu. “Kızım annenin ve kardeşinin ölümünde hiçbir suçum yok. Ne onların ölümünde ne de senin vampire dönüşmende. Her şey annenin günlüğünde yazılı. Her şey.” Dedi ve son nefesini verdi. Adamın kahverengi gözleri hafifçe geriye doğru kaydı ve gözleri kapandı.
Fleur ise sinirden adeta çıldırmıştı. Tiz çığlığı tüm geceyi ikiye böldü.Masanın üzerinde duran, daha önce hiç dikkatini çekmemiş olan kırmızı, deri kaplı defteri aldı ve sokağa çıktı. Ertesi gün o sokaktaki tüm insanlar acımasızca katledilmiş ve kanları boşalmış halde bulundu. Artık tek gerçek vardı. O vampiri bulmak.