Orman kokusunu seviyordu, yıllar öncesinden kesilip bırakılan kütüklerin kokusunu içine çekti. Kurumuş olmalarına rağmen az biraz ağaç balı kokusu alabildi. Acıkmıştı fakat bu basit ve küçük ormanda ilkel biçimde yenilecek hayvanlar bulunmazdı. Sarı çamlar ve çalılıklar... Hepsi bundan ibaretti. İstemeye istemeye bir mısır konservesi açıp suyunu döktükten sonra kafasına dikti.
Telefon sesi duydu. Ormancılardan geliyordu, akşam saatlerinde nöbet tutarlardı. Aldırış etmeyip manzarayı seyredaldı. Yaprakların dalgalanışını sağlayan rüzgâr aynı zamanda serinliğe sebep oluyordu. Bıçağı eline alıp yüzünün yansımasına bakmaya başladı. Japon çizgi filminden çıkarılmış gibiydi. Yuvarlak büyük gözler, büyük bir ağız. Çocuk çizimi gibiydi. Karanlıktaki tek dezavantajı: "Parlayan dişleri ve gözleri"
Hava kararıyordu, karaltı ile beraber gelen inleme sesleri köpeklerin vardiyada olduğunun belirtisiydi. Ormancılar kesilmiş çuvaldan yaptıkları çadıra girmeye başlamışlardı. Ulumaların yaklaşmasıyla tetiklendi bıçağı eline alıp tıpkı amerikan filmlerindeki o bakışı attı.
"N'apıyosun lan artist?! Sok bıçağı yerine arabayı tut."
"Bi fantazi kurdurmuyosun ha!"
"Oyun oynamaaa. Hadi tak eldivenleri." Kısa bir taramanın ardından bir cadde genişliğindeki patikada işaretlerle yeni kesilmiş kütükleri gösteriyordu.
"Bak, şunları arabanın yanına diz." dedi fısıldayarak dayısı, Bir yandan da ormancıları kolluyordu. Sessiz bir şekilde koşarak teker teker kütükleri getirmeye başladı.
"Lan lan lan lan geliyolar lan galiba."
"Yok ya ne gelicekler mesai bitti çadırdalar."
Kütükleri çimento ile kaplanmış el arabasına dizdikten sonra her zamanki gibi aynı şekilde bağlamaya başladılar. Artık son tehlike patikadan ormanın içine dalmaktı. El arabasının sekme ile yarattığı ses farkedilmelerine yol açabilirdi.
"Şşş! Sessizce sür lan yavaş." dedi dayısı.
"Taam lan." diye kestirip attı.
Geçtiler, ormanın içindeydiler. Askeriye tellerinin yanında oluşan patikadan ilerleyip ormandan çıkışına geldiler.
"Bak bi polis felan var mı?" demeye kalmadan bir orman devriye aracı göründü. Eğilip farkedilmemeye çalıştılar. Çıkışta ağaçlar seyrekti ve bu yüzden farkediliyorlardı. Zaten iki gün önce dayısını peşleyen ormancılar olmuştu. Arabayı nasıl beraberinde getirdiği de meçhul. Yani yüzleri biliniyordu, kimseye yakalanmamalıydılar. Aracın gitmesini bekliyorlardı fakat araçtan biri sessizce "Sanki biri var orda." dedi aracı sürene. Biraz duraksayıp gittiler.
"Ohh çok şükür..." dediler aynı anda. Ormandan çıktılar, yokuş aşağı arabayı sürüyordu. Düz yola gelince dayısına bıraktı arabayı, önden ilerlemeye başladı.
"Lan sürsene pezevenk!" diye bağırdı dayısı. Aldırış etmeden yürümeye devam etti.
"Hey Allah'ım ya!" Eve kadar getirmişlerdi arabayı. Sıra kütükleri çatıya taşımaya gelmişti. Asi genç hafifçe oturdu, dayısı zaten kızgın olduğu için "Kalk, çatının kapısını aç!" dedi kükreyerek. Biraz korkudan da olsa gerek açıp bir kütüğü çıkarmaya başladı bile. Tavanın çökmesinden korktukları için farklı farklı yerlere dizmeye başladılar. Dizim bittiğinde ikisi de konuşmadan çatıdan indiler ve aynı şekilde yaptıkları gibi kanepeye uzanarak ertesi günün aynı monotonluğunu(!) beklemeye başladılar...