…O gece oraya gitmeseydim, şu anda zindanda hapsolmuş olur muydum? Gerçekten. Ramona’nın peşinden gitmeseydim, şimdi arkadaşlarımla bir partide olabilir miydim? Ya da Jake’le el ele?
Her şey cumayı cumartesiye bağlayan gece başladı. Hava yağmurluydu fakat pek soğuk sayılmazdı. Ramonayla birlikte evde oturmuş TV izleyip patlamış mısır atıştırıyorduk. Aniden telefonu çaldı. Kimin aradığını bilmiyordum ama içimde kötü bir his vardı. Lanet olsun. Ramona yine mi tehlikedeydi?
Anlaşılan Ramona’da arayanın kim olduğunu bilmiyordu. Tedirgin bir sesle “Alo?” dedi. Arayan ölümsüzlerin tarafına henüz yeni geçmiş olan Stefan’dı.
“Sıra sende, Ramona. Kaç, kurtar kendini!” öyle çok bağırıyordu ki, Ramona’nın –yaklaşık- 5 metre uzağında olan ben bile sesini rahatça duyabiliyordum.
Ramona’nın diyebildiği sadece “Neden?” oldu.
Telefonu bıraktığı gibi dışarı koştu.
Bense orada öylece kalakalmıştım. Ramona’nın ölmesi –kasıtlı olarak, zorla- demek, benim de ölmem demekti. Bunun nedeni gücümü onunla paylaşmam. Biriyle beraber güç kullanırsanız, sonuçlarına katlanmalısınız. Gücüm ne mi? Daha sonra bahsedeceğim.
Peki, Stefan niye Ramona’yı uyarmıştı? O da sonuçta artık bir ölümsüzdü. Hem de kendi isteğiyle yapmıştı bunu. Anlaşılan pişmandı.
Aslında R’yi uyarmasında önceden onun daimi aşkı olmasının payı da olabilirdi.
Ayaklarım çözüldüğü gibi telefona koştum. Kimi aramam gerektiğini çok iyi biliyordum. Beni sonsuza dek seveceğini çok iyi bildiğim biricik sevgilimi. Jake’i.
Telefon 2. çalışında açıldı. Zaten beni çok bekletmezdi.
“Aşkım?” sesi şaşırmış gibi çıkıyordu. Sanki bu saatte aramama alışkın değilmiş gibi.
“Jake, hemen gel. Hemen!” dedim ayakkabılarımı giymeye çalışırken. “Ramona tehlikede. Onu da ölümsüzlerden yapacaklar.”
“Na.. Nasıl?” sesindeki endişe her ne kadar bende onu teselli etme isteği uyandırsa da, bu gerçekten tehlikeli bir durumdu.
“Bilmiyorum Jake. Ben R’ nin peşinden gidiyorum. Sen benim nerede olduğumu bulursun.” Cevabını beklemeden kapattım.