Karanlık en şevkatli anne gibi ormanı sararken ay en muhteşem ışıklarını ağaçlara bahşediyordu. Göl,şehvetini bastırmaya çalışır gibiydi. Sessiz ve sakin. Havada oynaşan narin rüzgara kendini kaptırmış aşık gibi yavaşça dalgalanıyordu. Gümişi umut kaynağı tüm ihtişamıyla kendine hayran bırakıyordu.
Karanlıkta öylece dikilirken neden buraya geldiğimi kendi kendime sormamaya çalışıyordum. Cevap alamayacağımı biliyordum. Kendimden kaçacak,benliğime yüz çevirecektim. Hiç sorgulamamak o an en iyisi gibi duruyordu.
Kendime ihanet ediyordum. Doğrularıma,hayatım boyunca önümde çizilen yola,öğretmenlerime ve bildiğim herşeye. Ben,herşeyi sorgulayan ben şimdi öylece karanlıkta dikilmemin nedeninden korkuyordum.
Ve emin değildim. Eğer kendime cevap verirsem ne olurdu? Arkamı dönüp kaçar mıydım? Kendimden iğrenir,nefret mi ederdim? Yoksa bilinmezliğin kollarına mı atılırdım?
Gece havası hafifçe dalgalanırken ilk defa üşüdüğümü hissettim. Haylaz ve ufak bir rüzgar en arsız sevgili gibi tüm vücudumu sarmaladı. Soğuk minik batmalar halinde vücuduma işlerken saatin kaç olduğundan habersizdim.
Artık tabanlarım ağrıyordu. Çok fazla beklemiştim ve artık beklemek istemiyordum. Kollarımı sıkıntıyla göğsümde kavuşturdum. Belkide böylesi en iyisiydi. Soğuk kanlılığımı ancak buraya kadar koruyabilmiştim. Hızla arkama dönüp buradan gidecektim.
Benliğimi hırpalayan ,neye ve kime olduğunu bilemediğim, bir sinirle arkama döndüm. Birden önüme çıkan silüetle neye uğradığımı şaşırdım. Bir kaç adım gerileyip anında belimdeki kazığa sarıldım.
Göğsüm hızla inip kalkarken nefes almak can yakıcıydı. Gözlerim bir an adrenalin verdiği körlükle ağaçların gölgesinde ayın kutsallığından saklananı ayırt edemedi. Kazığımı yavaşça kılıfından çıkardım. Soğuk ve elimi sağiplenen yüzeyi güven vericiydi.
Gölge bir adımatıp kutsallığa ulaştı. Gümüş ay ışıkları onun güzel yüzünde oynaşırken beklenen gelmişti. İçimde tarifi olunmaz hisler patladı. Nefret sevgiyi boğdu,sevgi inleyerek güvene tutundu,ihanet güveni sarstı ve çaresizlik tek başına kaldı.
Rengini çok iyi bildiğim altın sarı saçlar ayın şehvetiyle gümüşe bürünmüştü. Güzel ve solgun yüz gümüş asaletiyle barıldarken bakmaya doyamadığım umut mavisi gözler gümüşi bir perdenin arkasına saklanmıştı.
Öylece kala kaldım. Bir yanım koşup sert kolları arasına girmeyi isterken diğeri elimdeki kazığın kaburgalarına girmesinden yanaydı.
Ben kendi çaresizliğimde boğulurken leş bir hırıltının arkasına saklanmış özgürlüğün tınılarını taşıyan leylak kokulu sesi durduğunu fark etmediğim kalbime can verdi.
"Geleceğini biliyordum."
Başım otomatik olarak sallandı. Benliğim itiraz etmeye programlanmıştı. Sesimi duyduğumda ben bile şaşırdım. Duygudan yoksun ve ıssızdı.
"Ne istiyorsun Eric!?"
Adını söylerken sanki boğazımdan aşığıya kızgın lav akıtılmış gibi kavruldum. Bu sefer baş sallama sırası ondaydı.
"Sakin ol Melly."
Bana doğru bir adım yaklaştı. Eskisi gibi hitap etmesi hoşuma gitmemişti. Gerileyip kazığımı ikimizin arasında havaya kaldırdım.
Elini kazığa doğru kaldırdı ama dokunamadı. Sadece yavaşça indirmemi işaret etti. İndirmedim.
Sesi çaresizliğin her tonuyla kulaklarıma çalındı.
"Lütfen Melinda,senden istediğim şeyi duyunca buna gerek kalmayacak."
"Çabuk ol."
Kazığa aldırmadan biraz daha yaklaştı. Keskin ucu göğsüne dayanırken aldırmadı. Elini yavaşça havya kaldırıp saçlarıma dokunmak istercesine öne uzattı. Başımı çevirdim.
Derin bir nefes aldığını duydum. Hemen ardından bitkin bir sesle konuşmaya başladı. Gözlerine baktığımda boğulduğunu gördüm.
"Öldür beni."
Bir an afalladım. Ne dediğini algılayamamıştım. Hemen ardından ufak bir şok dalgası bedenimi ele geçirdi. Şok bedenime hükmederken kazığı tutan elim gevşedi,gardım düşmüştü.
"Ne!?"
"Duydun,senden tekistediğim bu."
Karşımdaki yüzüne bakıyordum ama hiç birşey göremiyordum. Onun şu an olduğu şeyden iğreniyor,nefret ediyor olabilirdim ama... ona bunu yapamazdım.
Yavaşça omuzlarımı kavradı. Beni kendine doğru çekerken hareket edemedim. Dudaklarıyla dudaklarımı örttüğünde mahfoldum. Ona duyduğum özlem şaha kalktı,damarlarımdan akıp vücumda çıkabilecek yer aradı. Ona ulaşmaya çalışan parçam dudaklarımda can buldu.
Diğer elimle saçlarını kavrarken onun elikazığı tutan bileğimi kavramıştı. Aldırmadım. Elini kendisine doğru çekti ve birden tümgücüyle bastırdı.
Dudakları durdu. Geri çekilip bir an anlam veremediğim tabloya baktım. Eric... yüzü acıdan kaskatıydı. Kazık kalbinin hemen altındaydı ve elim kabzasını kavrıyordu. Elimi kavrayan eli yavaşça düştü.
"Melinda... yap"
Sesi git gide sonsuzlukta kaybolurken yapabileceğimhiç birşey yoktu. Bir yanım çığlık atıyorken diğer yanım kazığın kabzasını iyice kavradı. Ve birden yukarıya çekti. Kalbi parçalanmıştı.
Bedeni yavaşça yere düştü. Dizlerim kuma çarptığında benimde düştüğümü fark ettim. Biri çığlık atıyordu. Ses tanıdıktı. Eric'in adını haykırıyordu. Yavaşça cesede uzandım. Kollarım onu sararken ruhum soğuğun terk ettiği bir çiğ tanesi gibi eridi. Onu bırakamazdım. Acı benliğimi ele geçirdi ve karanlık yok oldu.
Bir an Eric gölün ortasında bana gülümsüyordu. İçimdeki tüm umutla ona koştum ve birden arsız göl herşeyi yuttu.