Tik tak, tik tak…
Saatten gelen tik tak sesleri Eloisa’nın kalp atışlarıyla ritmik ve bir o kadar da uyumlu bir biçimde hareket ediyordu. Sosyeteye ilk kez takdim edileceği bu sezonun ilk balosu için saatler kalmıştı ve bu düşünce aklında belirdikçe midesine kramplar giriyor ve kalbi göğüs kafesinden dışarı çıkmak istermişçesine deli gibi çarpıyordu. Artık 17 yaşına gelmişti. Sosyeteye takdim edilmeli, kendine ve ailesine yakışır soylu bir lord ile evlenmeli ve lorduna bir oğul vermeliydi. Bunun bilincinde tam bir leydi adabıyla yetiştirilmiş, son derece kültürlü bir leydiden küçüklüğünden beri ders almıştı. Bunları düşünürken ahşap zeminde topuklu ayakkabısının çıkardığı ses yay gibi gerilen bedenini bir nebze de olsa rahatlatıyordu. Kapıdan gelecek en ufak bir sese kulak kesilmiş, her an uşağın onun için özel olarak diktirilmiş şeftali rengi tuvaleti getirmesini bekliyordu. Dışarıdan gelen atların toynaklarının sesini duyduğunda bir o yana bir bu yana volta atmayı kesip cama doğru koştu. Nihayet beklenen an gelmiş, balo için giyeceği ve geceleri nasıl bir şey olduğunu düşünmekten başına ağrılar girmesine sebep olan elbisesi gelmişti. Hızla kapıya koştu ve ahşap merdivenleri uçarmışçasına inerek dış kapıya doğru ilerledi. Hızlı hızlı nefesler alarak ses tonunun farkında bile olmadan hızla konuştu:
"Bay Philips! Elbisemi getirdiniz mi?"
Evin baş uşağı Bay Philips başını evet anlamında salladıktan sonra şeftali rengi ipek elbiseyi kocaman bir gülümseme ile Eloisa’ya doğru uzattı. Sevinç içinde dolgun dudaklarından kopan bir çığlık tüm çalışanların gözlerini bir an için hole kaydırsa da ne olduğunu anladıklarında hepsinin dudaklarında oluşan tebessüm Eloisa’nın kalbini sıcacık bir sevgi ile dolduruyordu. Elbiseyi sıkıca kavrayarak üst kata, odasına doğru koştu ve kapıyı ardından nasıl bir ses çıkacağını bile umursamayarak sertçe kapattı. Hızla üstündekileri çıkarıp bir kenara fırlattı ve narin beli ile küçük yuvarlak kalçalarına tam oturan şeftali rengi elbiseyi özenle üstüne geçirdi. Nasıl olduğuna bakmak için kendi etrafında küçük bir tur döndü ve uçuşan eteklerine hayretle bakakaldı. Elbise hayal ettiğinden çok daha güzel ve çok daha zarifti. Hızla aynanın karşısına geçti ve karşısında gördüğü bu aşina güzele dili tutulmuş bir biçimde bakakaldı. Alev rengi saçları ve düzgün bukleleri bildik bir tarzda omuzlarına dökülüyor, çıkık elmacık kemikleri, düzgün burnu ve dolgun dudakları son derece kendi yüz hatlarına benziyordu. Ona benzemeyen tek yanı bu narin elbise içerisindeki zarif bedeni ve hiçbir zaman bu derece büyümemiş safir rengi gözleriydi. Elbisenin birçok yerinde -yakalarında, eteklerinde ve kollarında- inciler kullanılmıştı ve takacağı inci kolye ile mükemmel bir biçimde uyumlu olacaktı. Aynada kendine uzunca bir süre baktıktan sonra bugün sürekli dudaklarında belirecek olan çekici gülümseme ile kendine şöyle bir gülümsedi ve buklelerini özenle tarayarak, küçük çiçekli tokalarla başının üstünde topladı. Eteklerine dikkat ederek özenle yatağına oturdu ve mor renk uzun topuklu çizmelerini çıkararak annesi ile beğendiği zarif yuvarlak burun ve yine şeftali rengi topuklu ayakkabılarını giydi. Heyecandan başı dönerken sendeleyerek ayağa kalktı ve yatağın ahşap başlığına tutunarak doğruldu. Artık hazırdı. Bu sefer üzerinde taşıdığı elbisenin narinliğinin bilincinde yavaş ve ahenkli adımlarla merdivenlerden indi ve aşağıda onu bekleyen şaperonu Bayan Victoria’ya kusursuz bir gülümseme ile gülümsedi. Bayan Victoria son derece memnun bir bakışla onu süzdükten sonra katedral çanı gibi çınlayan tanıdık sesi ve Fransız aksanı ile konuştu:
“Harika görünüyorsun tatlım! Bu gece bütün genç lordlar peşinden ayrılmayacak!”
Eloisa Bayan Victoria’nın bu güzel iltifatına hafifçe başını eğerek teşekkür ettikten sonra, koluna girerek at arabasına doğru tam bir zarafet timsali olan adımlarla ilerledi. Arabaya bindiğinde ise içindeki endişe yerini anlamadığı bir biçimde huzura ve mutluluğa bırakıyordu…
Davet sahibi Kontes Leydi Anne’nin malikânesinin önüne geldiklerinde bütün duygu ifadelerini suratından silerek ciddi ama bir o kadar da sevimli bakışlarla etrafa göz gezdirdi ve yavaş adımlarla merdivenlerden çıkarak büyük salona doğru ilerledi. Belli etmeden şöyle bir etrafa baktığında kimilerinin şaşkın, kimilerinin ise hayran bakışları istemeden de olsa gülümsemesine neden oluyordu. Salona girip Leydi Victoria sayesinde birkaç soylu aileye takdim edildikten sonra bir bardak şarap alarak bir köşeye geçti ve sessizce oturup şarabını yudumlamaya koyuldu. Tam o anda yanına oturacak kişinin birden hayatının merkezi haline geleceğini asla tahmin edemezdi…
Uzun boylu yakışıklı bir çocuk yorgunluktan ve dans etmekten-ellerini dizlerine koymasından öyle tahmin ediyordu- yorgun ve bitkin düşmüş bir halde yanında oturmuş etrafı süzüyordu. Eloisa çocuğun özenle bakışlarını kaçırdığı yerlere merakını bastıramayarak kaçamak bir bakış attı ve o taraftaki kızların alev alev olmuş gözlerini gördüğünde istemeden de olsa kıkırdamasına engel olamadı. Çocuk nihayet yanında bir kız olduğunu fark ederek irkildi ve Eloisa’dan biraz uzaklaşarak onu süzmeye başladı. Çocuğun ciddi anlamda üzerinde gezinen bakışlarından rahatsız olarak kıkırdamayı kesti ve aynı bakışlarla kendisi de çocuğu süzmeye başladığında ağzını kapalı tutmak için dişlerini birbirine kenetlemek zorunda kaldı. Yeşil gözleri ve açık kahverengi saçı…Çıkık elmacık kemikleri ve soyu çenesi… Eloisa kalbinin dizginlerini eline almaya çalışırken bir yandan da yüzünü ifadesiz bir biçimde tutmaya çalışıyordu. Çocuğun onu süzmeyi nihayet bitirmiş ve şuan hayretler içinde kalmış bakışları tekrar kıkırdamasına neden oldu. Dolgun ve erkeksi dudakları aralandığında Eloisa kalbinin duracağına yemin edebilirdi.
“Size kendimi takdim edeyim Leydim. Ben Lord Harry. Harry Dunston.”
Eloisa başını hafifçe sallayınca az önce adının Harry olduğunu öğrendiği çocuk konuşmayı sürdürdü:
“Güzelliğiniz bu gece dolunaydan daha parlak Leydim. Bana kendinizi tanıtma şerefini lütfeder misiniz?” Eloisa tekrar kıkırdamaktan kendini alamadı. Anlaşılan ağzı laf da yapıyor diye düşündü ve yumuşak, baştan çıkarıcı bir tonla konuşmaya başladı:
“Nazik tavırlarınız için teşekkür ederim Lordum. Ben Eloisa. Eloisa Lavender.” Sözlerini bitirdiğinde Harry’nin gözlerinin alev alev olduğunu görünce ses tonunun karşısındaki kişide bıraktığı tesir karşısında afallamıştı.
“Acaba gecemi aydınlatan bu melek bana bir dans bahşeder mi?” Eloisa karşısındaki yemyeşil gözler ve kusursuz bir gülümseme ile ona bakan çocuğun az sonra kendisini kollarının arasına alıp döne döne dans pistine sürüklemesine izin verdi…
Eloisa birden nerde ve kim olduğunu unutmuş, sadece şu an kolları arasında olduğu meleğe odaklanmıştı. Kendini tamamen Harry’e bıraksa, buradaki birçok çiftten çok daha iyi bir biçimde dans edeceklerinden emindi. Göz ucuyla baktığında, birçok çiftin hayretler içinde bakakaldığını ve Harry’i elde etmeye çalışan kızların gözlerinden ateş çıkmakta olduğunu gördü. Çocuk onun eldivenli elini kendi avucuna alıp diğer eliyle de narince belinden kavrayarak ne kadar istemese de –Eloisa anlaşılmaz bir biçimde bunu kendisine bakan yemyeşil gözlerinde görmüştü- adet olduğu üzere kendisinden birkaç santim uzakta tutmuştu. Eloisa bu hareketi bir erkeğe göre bir hayli beyefendice bulmuş ancak kendisinin onun yeşil gözlerinin büyüsüne kapıldıkça hanımefendiliğini açıkça unuttuğunu fark ederek o birkaç santimi çabucak kapatıvermişti. Harry şaşkınlıktan hayretle açılmış gözleriyle Eloisa’ya bakarken Eloisa da safir rengi gözlerini Harry’nin yeşil gözlerine kilitledi. O an yüreklerinde yeni filizlenen o aşk tohumlarının birden bütün bedenlerini sardığını hisseden iki genç omuriliklerinden aşağı inen tarif edilemez ürpertinin dürtüsü ile çevredeki insanları tamamıyla unutmuş bir biçimde birbirlerine sokuldu. Sessiz geçen birkaç koca dakikanın ardından Eloisa kendini bile ikna edemeyecek isteksiz bir ses tonu ile konuştu:
"Seni tam olarak tanımıyorum bile. Bu yanlış! Etraftaki herkes bize bakarken bu derece yakın olmamız ikimizin de geleceğini etkileyecek bir karar verilmesi ile sonuçlanabilir!"
Harry Eloisa’nın alnına yumuşak ve sıcacık bir öpücük kondurarak fısıldadı:
"Hayatıma girmiş en güzel meleğin bir anda uçup gitmesine izin mi vereceğim sanıyorsun? Kimin ne düşüneceği umurumda değil!" Eloisa gözünden yanağına doğru süzülen sıcak bir damla gözyaşının akmasına izin vererek başını Harry’nin göğsüne yasladı. Müziğin ahenkli ritmine göre fazlasıyla yavaş adımlarla Harry’nin onu usulca döndürmesine izin verdi ve hemen ardından Harry’nin çakmak çakmak olmuş gözlerindeki ifadeyi çözebilmek için nelerini feda edebileceğini fark etti.
"Seni bir yere götüreceğim! Gel benimle!" Harry aniden Eloisa’nın bileğinden kavradığı gibi onu dışarı doğru çekiştirmeye başladı.
"Nereye gidiyor-" Harry parmağını tüm ömrü boyunca bekli de sergilediği en zarif hareket ile Eloisa’nın sıcak dudaklarının üstüne yerleştirerek onu susturdu. Eloisa’yı çok çekiştirmemeye çalışıyor ancak içinde kopan fırtınaları dışa yansıtmama konusunda kendini tutamıyordu. Henüz tanıştığı yanı başındaki bu güzele bir anda tüm ömrünü onunla geçirmek isteyecek kadar tutkulu bir biçimde âşık olmuş olabilir miydi? Onu bir anda canını verebilecek kadar sevebilir miydi? Evet, sevebilirdi ve şu an Eloisa’yı tüm kalbi ve ruhuyla seviyordu…
"İşte geldik!" Burası Kontes Leydi Anne’nin arka bahçesiydi. Dolunay bulutsuz bu gecede tüm görkemi ile bahçedeki küçük gölete yansıyor ve yıldızlar sanki kol kola girmiş onları selamlıyorlardı. Eloisa ortamın büyüsüne kapılarak neşeyle kendi etrafında döndü ve usulca gölete doğru yaklaştı. Göletin içinde kırmızılı, mavili birçok küçük balık ve kurbağa geceye kucak açmış neşeyle yüzüyorlar; ağaçlar hafif esen meltem ile bir o yana bir bu yana sallanıyorlardı. Eloisa sıcak bir meltemin suratını yalayıp geçmesine izin verdi ve tamamen on yedi yaşında olduğunu unutmuş bir halde tekrar çocukluğuna dönmüştü. İnci işlemeli şeftali rengi elbisesinin eteklerini elleri ile topladı ve zıplayarak hafif bir ninni mırıldanmaya başladı. Birkaç dakika sonra Harry’i bulmak için etrafa bakındığında onu büyük beyaz bir sütuna yaslanmış bir halde kendisini seyrederken buldu. Onu şöyle bir süzdüğünde ilk kez dış görünüşüne bu kadar ayrıntılı bir biçimde dikkat ettiğini fark etti. Geniş ve kaslı omuzları ve kaslı bacakları giydiği her kıyafeti kendisine yakıştıracak şekilde bir sanatçının özenle oyduğu bir heykele benziyordu. Şimdi dudaklarında onun çocukça tavırlarına karşı oluşmuş tatlı bir gülümseme ve gözlerinde anlayışlı bakışlarla onu seyrediyordu. Eloisa göğüs kafesinin içinde çırpınan kalbini görmezden gelmeye çalışarak onu yanına çağırdı. Harry yavaş adımlarla Eloisa’ya yaklaştığında boğazını temizledi ve bir genç kızın dünyada duyabileceği en güzel ses tonuyla konuşmaya başladı. Sesi müzikal bir tondaydı. Belki de Harry’nin ses tonu Eloisa’nın dinlediği en güzel şarkıydı.
"Asaletim sadece aşkının tapınağına girdiğimde olacak içimde. Bir gün yıkılırsa bedenin başka ülkelerin çamurlu evlerinde: Bil ki bütün denizleri ayaklarına dökeceğim. Hayatımı değiştiren kadın, benim karım olur musun?"
Eloisa diz çökmüş bir halde Harry’nin kendisine söylediği bu sözler kafasına dank ettiğinde dolgun dudaklarından kocaman bir çığlık koptu ve sevinçle haykırdı:
"Evet, olurum Harry! Seni seviyorum!"
Eloisa hızla Harry’nin kollarının arasına girdi ve ona sokularak teninden yayılan leylak kokusunu doyasıya içine çekti. O an aklından sadece şu satırlar geçiyordu:
"Gül benimle, gülümse daima
Aşk seninle anlamlı kalmış bu hayatta
Sevdiğini dünyaya haykır duysun yaşamayanlar da
Varlığını bilsin herkes bir nedenleri olsun şu dünyada..."
----------------------
Vampir konulu değil ancak böyle bir zorunluluk getirilmediği için böyle yazdım. Umarım beğenirsiniz...Şimdiden çok teşekkür ederim...