19 Ekim 1852
Dostum Henry'nin daveti üzerine yorucu lâkin keyifli bir gemi yolculuğunun ardından Jermyn Malikanesine ayak basmış bulunuyorum. Burası kayalıklar üzerine kurulmuş kasvetli bir şato. İçi dahil insanı ürkütüyor. Kendimi bir anlığına İrlanda'nın perili şatolarından birindeymişim gibi hissettim. Henry beni oldukça görkemli bir şekilde karşıladı onu gerçekten özlemişim fakat sohbetimiz kısa sürdü çünkü genç hastamı bir an önce tanımak istiyordum. Henry biraz sıkkıncana işime çok bağlı olduğumu söyledikten sona uşakla beraber bana odama değin eşlik etti. Bana tahsis edilen oda binanın tam da denize bakan cephesinde yer alıyor, hıçın dalgaların kayalıklara şiddetle çaptığını işitebiliyorum. Şimdiden burada doğaüstü deneyimler yaşayacağıma eminim. Eşyalarımı yerleştirme işlemini beraberimde getirdiğim genç uşağım Sebastian'a bırakarak Henry ile beraber dosdoğru müzik odasına yöneldim. Dostumun söylediğine göre genç torununu genellikle kütüphanede bulabilimişim anlaşılan küçük bey edebiyata ilgi duyuyor, öyleyse onunla iletişim kurmak için kendi birikimimi kullanabiliim.
Genç hastamın beni ne kadar etkilediğini anlatamam. İnsanın içine işleyen derin bakışları var. Bir yuvanın sıcaklığını yansıtmayan bu evde çevresine yaydığı zayıf ısıya hayran kalıyor insan. O kadar narin ve güzel bir çocuk ki Henry'nin mektuplarında bahsettiği tuhaf davranışların hiçbirini ona konduramıyorum. Sorular sormaya başlamadan önce bana biraz güvenmesini sağlamam gerektiğine inanıyordum. İşte bu sebeple bir süre boyunca felsefe, Poe ve Henry James'in bazı eserleri üzerine konuştuk. Eğer vaktim olsaydı bu muhteşem sohbeti saatlerce sürdürebilirdim. Ne yazık ki saat çok geç olmadan misafir salonuna inmem gerekiyordu. Söylemeliyim ki Calvin'in bu kadar da donanımlı bir çocuk olmasını beklemiyordum gencecik yaşına rağmen neredeyse benim gibi görmüş geçirmiş birinin düzeyinde. Bu çocuk mutlaka kurtarılmalı ruhundaki yaraları bulup birer birer kapamak zorundayım, kollarımızın arasından kayıp gitmesine izin veremem. Hareketlerinde göze batan bir anormallik gördüğümü söyleyemem ancak odayı terk etmeden önce beni hayaletler konusunda uyardı. İlk izlenimim gördüğünü zannettiği şeylerin onu fazlasıyla ürkütüp, nahoş tavırlar sergilemeye ittiği yönünde.
Biliyordum demekten nefret ediyorum fakat daha önceki bir tarihte not düştüğüm tahminim doğru çıktı. Calvin'i öncelikle sözde anne babası olacak bu insanlardan kurtarmalıyım. Hayatımda bu kadar soğuk kimselere rastlamadım; samimiyetten alabildiğine uzak bir tanışmaydı. Başlarda salona geç indiğim için ayıpladıklarını düşünmüştüm fakat gece boyunca bu şekilde sürüp gidince, bu soğukluğun ruhlarına işlemiş olduğunu farkettim. Beyefendinin Henry'nin oğlu olduğuna inanmak çok güç kendisi de eşi Lady Jermyn de konuşmaktan zevk alamayacağım insanlar. Özellikle de abisi Bart, soğukluğundan ziyade onda hoşuma gitmeyen birşeyler var, yüz ifadesi hiç değişmiyor hep ruhsuz, belki hafiften acımasız bir gülümseme var yüzünde. Bana simya ilmi ile ilgilendiğini söyledi günün büyük bölümünü laboratuvarda geçiriyormuş ilgilendiğimi anlayınca ne zaman istersem gelip çalışmalarına bakabileceğimi söyledi. Açıkçası konu her ne kadar ilgi alanıma girse de Bart'a katlanabileceğimi sanmıyorum. Burada bulunduğum süre boyunca vaktimi dostum Henry ya da sevgili Calvin'le geçireceğim. Bakalım zaman bize neler gösterecek... ''
Sık ve kısa aralıklarla çakan şimşek, tüm gökyüzünü gün doğmuşçasına aydınlatırken, olağanca şiddetiyle yağan yağmur, tüm çiçeklerin en güzelleriyle donatılmış geniş bahçenin tam ortasında mağrur bir edayla yükselen Jermyn şatosunun eski bir o kadar da dayanıklı camlarına sertçe vuruyordu. 1945 yılındaki büyük yangından beri kullanılmayan bu heybetli bina kısa bir süre önce ailenin şu anki lideri George Jermyn tarafından başarılı bir şekilde restore edilmeye başlanmıştı. Gel gelelim, Dük Jermyn buraya geldiğinden beri bazı tuhaf olayların peşini bırakmadığını savunuyordu. Önce ayak sesleri, sonra tuhaf çığlıklar son olarak bir kaç saat önce gördüğünü iddia ettiği şey üzerine bir Agatha Christie romanında katili açıklamaya hazırlanan Dedektif Poirot gibi herkesi şatonun antika halılarla süslü geniş ve yüksek tavanlı misafir odasına toplamıştı.
''Teorinizin dayanağı olarak koskoca bir sayfa boyunca tek bir kez-üstelik alkasız bir biçimde- geçen 'hayalet' kelimesini mi gösteriyorsunuz Bay Jermyn? '' Britain Foxworth, sarışın, mavi gözlü, cılız yapılı bir gençti. İnce yüzünü donatan yumuşak hatlar yakışıklıdan ziyade yaşıtı kızlardan bile güzel kılmıştı onu. Üzerindeki zarif üniformadan bu civrlardaki son derece köklü bir özel okul tarafından, gotik mimari üzerine bir proje hazırlamak için Jermyn şatosuna gönderildiği anlaşılmaktaydı. Brit Şu ana kadar okuduğu okullardan, yaşadığı eve kadar hayatının tamamı eski binalarda geçmiş bir İngiliz olarak hayalet efsanelerine alışıktı fakat bazılarının -özellikle de yaşı ileri kimselerin- bu efsaneler gerçekmiş gibi davranmalarını saçma sapan buluyordu. Gelenekleri sürdürmek, yüzyıl öncesinin batıl inançlarını benimsemek manasına gelmezdi ki. Uzun, ince kollarından birini uzatarak Bay Jermyn in elinde tuttuğu, çok iyi korunmuş ancak yaprakları sararmaktan kurtulamamış eski günlüğü diğer konukların yarı şaşkın bakışları arasında şımarıkça çekip aldı. Bu hareket yaşlı adamın yüzüne tarifsiz bir dehşet ifadesi kazımıştı ''Müsade ederseniz geri kalanını okuyacağım, Bay Foxworth.'' Genç oğlan, 'Earl Gray' inden ufak bir yudum aldıktan sonra muzip bir tavırla üzerinde oturduğu viktoryen ahşap masadan aşağıya kaydı. Minicik ayakalarının hemen altında duran 'Baset Hound' cinsi yaşlı köpek te buruşuk gövdesini uyuşukça uzandığı yerden kaldırmış uzun kulakarını sallaya sallaya silkiniyordu ''Dük Jermyn, insan beyni çok karmaşık bir yapıdır zihnimiz bize zaman zaman oyunlar oynar. Örneğin eğer kendimizi şatomuzun geniş koridorlarında dolanan hayaletler olduğuna dair şartlandırırsak, duyduğumuz her şeyi ayak sesine benzetebiliriz hatta halüsinasyonlar görebiliriz'' cümesinin son kısmına geldiğinde sesi iyicene yumuşamaştı çünkü söyledikerinde herhangi bir kötü niyet barındırmamasına rağmen Dük ün bunu saygısızlık olarak algılayacağını az çok tahmin edebiliyordu. Ah şu yaşlı adamlar ! Neye alınacakları hiç belli olmuyordu. Onlara yaranmak için eski zamandalarda ki gençler gibi size söyledikleri hiç bir şeye muhalefet etmeden gösterdikleri yerde sakince oturmalı, geleneklere eşsiz bir tutkuyla bağlı olmalıydınız. Oysaki Brit in neşeli ve hareketli karakteri böyle bir davranış biçimine hiçte elverişli değildi. ''Tanrı aşkına Bay Foxworth! Rica ederim, size yakıştığı gibi davranın ! Eğer saygısızlığınızı sürdürürseniz okul müdürünüzle konuşmaktan başka çarem kalmayacak.'' Brit çaktırmadan dudaklarını büzdü, eh madem adamı mantıklı düşünmeye yönlendirme çabaları kendi başını belaya sokacaktı...''Pekala bayım, siz nasıl isterseniz ama kendi gözlerimle bir 'Poltergeist' görmediğim sürece söylediklerinize inanmam mümkün değil.'' Kitabını masanın üzerinden alarak şatoya adım attığından beri bir an olsun peşini bırakmayan 'Basset Hound' la beraber salonu terk etti.
Koridorun bu kanadı henüz restore edilmediğinden, çıplak duvarları ve yıkık dökük basamaklarıyla bir yuva sıcaklığını taşımaktan uzaktı. Narin bedenini ürperten bir serinlikle beraber kulak tırmalıyıcı bir ıslık sesi işittiğinden dolayı soğuk havanın bir yerlerden sızdığını tahmin edebiliyordu. Deforme olmuş siyah beyaz taşlar üzerinde biraz ilerleyerek pencereyi açtı. Dışarıda ki dondurucu rüzgar, camın kenarında ki perde kalıntılarını şiddetle savurarak içeriye nüfus etmiş yılların biriktirdiği ne kadar toz ve kül varsa hepsini bir anda havaya kaldırmıştı. Oğlan kendini korumak için güzel başını pencereden dışarı uzattı, yağmur damlaları nazik tenini ıslatırken gök gürültüsü ve rüzgarın şiddetiyle kayalıklara vuran dalgaların sesi zavallı köpeğin aksak hapşırığını yutuyordu. Ne kaos ama, eğer fırtına daha da şiddetlenirse araştırmayı tamamlamış olmasına karşın 'Jermyn Tımarhanesi' nde bir gün daha kapalı kalabilirdi. Açıkçası düşüncesi bile kulağa korkunç geliyordu. Bildiğiniz üzere huysuz insanlar genelde sevimli olur fakat Dük Germyn bu sevimliliğin kırıntısı bile taşıyamayacak kadar itici bir adamdı, ona zeytin dalı uzatsanız özrünüzü nazikçe kabul edeceği yerde olup biteni daha beter dramatize ederek aranızda ki sürtüşmeyi bir adım daha ileri götürürdü. Off her neyse şimdi O yaşlı keçiyi düşünerek kafasını yormayı hiç istemiyordu, üşümüştü de zaten. Pencereyi bir kaç denemede güç te olsa kapadıktan sonra kitabını eline aldı ve sağlam bulduğu bir basamağa yerleşerek kendisini bir kaç saniyeliğine bu dünyadan soyutladı...