Hayatta en adaletli şey ne? Kim? Neden? Neden adaleti biri güce tercih etsin ki. Bir tebessümü parçalama uğruna kim bunu göze alır? İçinde yaptığı şeyin doğru olmadığına dair o lanetli his varken...
Onu hissedebiliyorum. Handesi gözlerimin önünde. Saçları önüne düşmüş, bana gülümserken. Tatlı bahar meltemi en rahatlatıcı kokularını esirgemeden, saçları arasında gezinirken. Onu görebiliyorum, yaşananlar dünmüş gibi.
Hissedebiliyorum. Teninin kokusundaki o mucizevi şeyi. Gözlerindeki parıltıyı. Yukarı kıvrılan dudakları nasıl bir sevinç kaynağıydı benim için. Midemde kelebekler uçuşturuyordu. Tebessüm edemeden duramıyordum. Nazarındaki ziya takdire şayandı doğrusu. Olduğum yerde yavru bir kuş gibi titrememe sebep oluyordu.
Hayatta her şeydewn önemliyken o, adaletli olan niye ben oluyordum?
"Bu doğru bir karar değil Julian."
En yakın arkadaşımın sesi boş, rutubetli duvarlarda çınladı. Tüylerimi ürperten hırçın bir ses tonu vardı. Ona bakamıyordum zira biliyordum, ona baktığım anda dizlerim çözülecek yere kapanıp kendimi tozlu zemine bırakacak ve bütün gün boyunca ağlayacaktım. Erkeklik gururum ve egom engel oluyordu buna. Ama gözlerim korkakça uzak durmayı yeğledi Vincent'tan.
Gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Koyu mavi gözlerinin yaptığım hatayı görmezden gelmeye çalışmamdan dolayı öfkeyle parladığına emindim. Rutubet ve nem kokusu ciğerlerimi zorluyordu. Ona bakmaktansa avuçlarım masaya yapışık, çatlak ve boyasız duvarların üzerini kaplamış yosuna bakmayı tercih ettim. Burası, içinde bulunduğumuz oda, eski bir bodrum katında hiç emek görmemiş kutu gibi bir yerdi. Kısa süreliğine burada kalmıştım. Ciğerlerim, onlarca paket sigara içsem bile bu kadar zorlanmazdı. Ağır rutubet zamanla göz yaşartıcı oluyor, nefes darlığı yaratıyordu. Yine de...
Yaşamak benim için nefes almaktan ibaret değildi o zamanlar.
"Julian! Bana bak."
Hayır demek için dudaklarımı aralasam da kifayetsiz kaldı. Sıcak nefesinden başka bir şey süzülmedi dudaklarımdan. Acaba titrediğimi farkedebiliyor muydu?
"Julian."
Ses tonundaki değişim sessizlik duvarımı delmeyi başarmıştı. Ciğerlerimdeki nefesi verip başımı çevirmekle yetindim. Yüzümdeki çökmenin benzeri yansıyordu yüzünde. Gözlerinin altındaki dalga dalga mor bölgeler koyu gözbebeklerinden daha dikkat çekiciydi. Asil çene yapısına kül rengi yüzü ve renksiz dudakları eklenince hiç çekici gelmiyordu göze. Heyhat, oysa kızların gözlerini alamadığı adamdı her zaman. Benim de aynı durumda olduğumu söyleyebilirim ama yıkıntı bir enkaz olarak da farksızdık. Onun koyu mavi gözleri benim gri gözlerim ile buluştuğunda yüz hatlarım seğirdi.
"Konuşma!" diye bağırmak istiyordum sesim el verdikçe.
"Duymak istemiyorum!"
Yine de söyledi. Söyleyeceğini biliyordum, tam da beklediğim gibiydi.
"Onu öldürmek zorundasın Julian." Yaralı bir köpek gibi inledim elimde olmadan. Bakışlarımı çenesine kadar inen koyu kahve saçlarından alıp yine masaya sabitledim. Sanki kurtuluşum oradaymış gibi. Anlamsız bir hareketti.
Vincent'ın dokunuşu ne kadar da rahatsız ediciydi. Bana doğruyu yapmama gerektiğini söylüyordu. Adaletli olabilir miydim? İnsanlık adına kendimi öldürebilir miydim? O öldüğünde öleceğime emindim çünkü. En azından bir parçam kuruyup dökülecekti.
Titredim yeniden. Yerçekimi daha kuvvetli, maneviyat daha ağır geliyordu şimdi. Taşıyamıyordum, taşıyamıyordum bile kendimi.
"Neden ben?" dedim. Sesim fısıltıdan farksızdı. Cevap beklemeden devam ettim.
"Neden benim yapmamı istiyorsun? O senin nişanlındı."
Son kelime acıyı daha etkin kıldı. Onun nişanlısıydı, benim sevgilim. Onun ve benim aramdaki ortak noktalardan biriydi Natalie. O herkesin olmak istediği ya da sevdiği ama yaklaşamadığı kişiydi. Ben ve Vincesnt ise şanslı olanlardık.
Gözlerimi yine ona çevirdim. Bu sefer daha öfkeli, daha yılmış bir ifade vardı yüzümde. Bunu bana yıkmasını anlamlandıramıyordum. Onu öldürmemi istiyordu Tanrı Aşkına! Bunu ona nasıl yapardım, bedeninin karşımda hayat ışından mahsun bir şekilde yığılmasını nasıl kaldırabilirdi bünyem?
Vincent metin olmaya çalışıyordu. Ağlamamak için o da kendini zor tutuyor gibiydi. Gözlerindeki sulanmayı kaçırmamak elde değildi. Onun böyle durması beni daha büyük bir hüsrana sürüklüyordu.
"Aranızda olanları biliyordum Julian." dedi sonunda burnunu çekerek. Bunun onu ne kadar yaraladığı barizdi. Bu sefer gözlerini kaçıran o oldui ben boğazımdaki o yumruyu bir anlığına şaşkınlıkla unutmuştum.
"Senden çok bahsediyordu, elinde değildi. Zaten şüpheleniyordum. Ona sorduğumdaysa abartılı red cevapları alıyordum. Biliyordum Julian, beni seninle aldattığını biliyordum. O kadar barizdi ki..."
Ne demeliydim? Özür dilerim mi? Orada sırtımı dikleştirmiş, anlamsız gözlerle bakarken ne yapabilirdim ki? Bir şey değiştirmeyecekti. Hiçbir şeyi geri getiremeyecektik.
"Özür dilerim." dedim elimden geldiğince. Boğazımdaki o lanet yumru konuşmamı engelliyordu.
"Dileme. Seninle mutluydu." diye geçiştirdi beni. Yeniden kesik bir burun çekme hareketiyle daha iyi duruyordu. Benim aksime. Lanet bir melankolikten başka bir şey olmayan ben, toparlanamayacaktım.
Sonra bir şeyi farkettim. Benim öldürmemde bu kadar ısrarcıydı çünkü beni cezalandırmak istiyordu. Vincent Moore bana cezamı bu şekilde kesiyordu. Hem istemediği bir şeyi yapmaktan kurtuluyor hem de acı çektiğimi görüyordu. En yakın arkadaşım ona attığım kazığı kalbinden çıkarıp bana sağlamıştı. Her şey daha net, her şey daha anlamlıydı şimdi.
Reddedemeyecektim, ne dersem ya da ne kadar yalcarsam da değişmeyecekti.
İşte ilhai adaletin etken olduğu başka bir şeydi bu. Saedce insanlık için gelişen adalet değildi benden istediği, bencilce kendini de düşünüyordu Vinc.
"Hayır deme lüksüm yok,değil mi?"
Çenemi silkip gitmeye hazırlandım. Paltonu asılı olduğu yerden alıp son kez Vincent'a baktım. Karanlık bakışlarının ardında tanımadığım o duygu gizliydi.
"Ama şunu bil ki, onu öldürmektense katil olmasını yeğlerdim."
Kuru dudaklarımdan son olarak bunlar döküldü, o zamandan beri de Vincent'ı bir daha hiç göremedim.
...