Temmuz'un sıradan günlerinden birinin sabahına uyandığım zaman saatin çoktan onbir buçuk olduğunu gördüm. Yatağımın yanında duran tek komidinimin üzerindeki çalar saat ben uyanana kadar çalmaktan neredeyse tükenmişti. Tepesindeki tuşa tokat atarcasına indirdim elimi. Saatten sonunda dercesine bir klik sesi çıkmıştı. Eve gelince kesinlikle pillerini değiştirmeliydim. Ama ondan önce yataktan kalkıp hazırlanmam gerekiyordu.
Biraz daha gecikmemeliyim, diye düşündüm. İsteksiz bir şekilde kafamı yastığımdan kaldırdım ve biraz önce saati susturduğum elimden destek alarak yataktan kalktım. Dengesiz bir şekilde sallana sallana banyoya doğru yürüdüm. Göz kapaklarımla olan savaşımı açık ara farkla ben kazanıyordum. Ama ara sıra ani saldırıları göz kapaklarımın bir, iki saniyeliğine kapanmasına neden oluyordu.
Banyonun kapısına vardığımda ışığı yakmak için elimi kapıdan içeri uzattım. Elimle yan duvarın yüzeyini tararken sonunda duyu buldum. Bir, iki parmağımla halsizce bastım ve tık sesi ile odaya ışık yayıldı. Aynanın hemen üstündeki lamba banyom için güneş vazifesi görüyordu. Lavaboya doğru yaklaştım. Elimi uzattım ve soğuk suyun akmasına izin verdim. Buz gibi su uzun zamandır tutsak tutulmuş ve şimdi dışarı bırakılmışçasına musluktan sışarı çıkıyordu. Ellerimi birleştirip avuçlarıma doldurabildiğimce soğuk suyu doldurdum. Başımı hafifçe öne eğdim ve bütün suyu suratıma vurdum. Amacım yüzümü yıkayıp kendime gelmekti. Evet, kendime geldiğim doğruydu ama bunu istediğim - nazik - şekilde yapamadım. Suyun soğukluğu yüzümün gerilmesine yetmişti. Elimi beceriksizce havluya uzattım ve yüzümü havlunun yumuşak beyaz yüzeyine bastırdım. Ve ardından a ellerimi kuruladım. Havluyu yerine asarken suyu kapattım ve banyodan çıkmaz üzere kapıya yöneldim. Yatak odama geçerken ışığı kapattım ve güneş ışığının gözlerimin içine dolmasına izin verdim.
Su gerçekten işe yaramıştı. Kendime gelmiştim. Gardırobuma doğru yürüdüm ayaklarımı halıya sürüye sürüye. KApağını açtım ve içinden el yordamıyla bir kot pantolon ve kota uyacak bir tişört aldım. Pijamalarımı üzerimden yırtarcasına çıkardım ve yatağımın ucuna fırlattım. Kotumu ve tişörtümü üzerime geçirdim. Tam kapıdan çıkıp aşağı, mutafağa inecektim ki ayapım bu gibi mermer zemine değdi. Ayağımı geri çekip hala açık olan gardırobumun içindeki çekmeceyi çektim ve bir çorap aldım. Sonra gardırobun kapısını kapattım içinden çekmeceninde kapandığını anlatan bir pat sesi duyuldu. Çorabı beceriksizce ayağıma geçirdim ve merdivenlerden aşağı biraz daha enerjik bir şekilde inmeye başladım. Mutfağın kapısına vardığımda gözlerim artık herşeyi net olarak seçebiliyordu. Buz dolabına yaklaştım kapağını açtım ve içinden birkaç yumurta, yağ ve birkaç parça jambon ve hepsini tezgaha bıraktım. Üstten bir tava çıkardım ve yağı kızartıp yumurtayı kırdım. O enfes koku mutfağa yayılınca jambonları kestiğim tahtanın üzerinden aldım ve tavaya ekledim. Kahvaltımı yapmak üzeren masaya doğru yürüdüm. Önceden ısıtıcıya koyduğum suyun ısındığını işaret eden ses geldikten sonra kahvemde hazırdı. Giriş kapısına doğru mutfaktan çıktım ve dışarıda duran gazetemi alıp içeri geri girdim. Mutfağa döndüğümde kahvemin ortama mis gibi kokular yaydığını anladım ve nefis kahvaltımı biraz daha bekletmek istemedim.
Kahvaltım bittikten sonra kahvemi yudumlarken gazetenin manşetini okuyordum. İlgimi çeken bir haber gördüm.
' New York'ta Dehşet - Anlaşılmaz Cinayetler ' başlığını iki kez okudum ve haberi okumaya başladım. Yazıyı okumam bittiğinde Ajan Bob'un dedikleri aklıma geldi. Bu kesinlikle güçlerini kötüye kullanan çetenin işi olmalıydı. Polis teşkilatının içinde ki adamımız sayesinde bu olayları rahatlıkla gizleyebiliyor ve inceleyebiliyorduk. Bizler insanlara her zaman yardım eden
' Dünya Dostları ' örgütünün gizli çalışanlarıydık. Bazı kendini bilmez ve diğer herkesten üstün olduğunu düşünen insanları vatandaşlarımızdan uzak tutmak için görevliydik. Ben de dahil ekibimizde ki çoğu kişinin bazı yetenekleri vardı. Örgüte yeni katılanlar güçlerini kontrol etmekte zorluk çeksede bizim bir diğer görevimizde onları eğitmekti.
Kahvemden son yudumlarımı alırken kapının zili çaldı. Geleni tabi ki biliyordum. "
İçeri gir, Stanley! " diye bağırdım mutak masasından giriş kapısına doğru. Kapı ihtiyatlı bir şekilde açıldı ve içeri yirmi yaşında ki stajyerim Stanley Surhesh girdi. Bir seksen bir boyuyla neredeyse benim kadar uzundu. Çok zayıf değil ama kilolu olduğuda söylenemezdi. Kahveringi gözlerinin arkasından bana çekingen bir bakış attı. Üzerine her zaman ki gibi - prosedürlere uyarak - bir takım elibe giymişti. Her zaman bu aptal kuralları kim koyar diye düşünmüştüm. "
Günaydın, efendim! " dedi bana sessiz bir şekilde. "
Bana efendim demene gerek yok Stanley. Eğer başarılı olursan birkaç ay sonra benimle birlikte görevlere başlıyacaksın ve gerçek bir örgüt iyesi olacaksın. Bu yüzden bu tür efendim kelimelerini bir kenarı bırakalım. " dedim ve karşımda ki sandalyeyi işaret ettim boşta olan elimle. Kalktım ve o otururken tezgaha doğru yaklaştım ve "
Kahve ister misin? " diye sordum. "
Teşekkür ederim. Bana dokunuyor. " hala çekingen tavrı üzerindeydi. Sıcak suyu kahve fincanıma doldurdum ve dibindeki kahvenin suda çözülmesini izledim. Tam masaya doğru yaklaşmıştım ki bir patlama sesi duyuldu.
Herşey bir anda olmuştu. Giriş kapım, bulunduğu duvarla birlikte karşıya doğru uçtu. Hemen Stanley'i şok olmuş haliyle alıp kendine gelene kadar evden çıkardım. Mutfak kapısından arka bahçeye çıktığımızda iki kişinin bize gülümsediğini gördüm. Çok alaycı ve kendini beğenmiş bir şekilde bakıyorlardı. "
Demek Ajan Jasper dedikleri kişi buymuş! "dedi küçümcercesine. Üzerlerinde siyah pelerinler vardı. Bunlar şehrimizdeki kendini bilmez güç düşkünü asalaklardı. "
Sizi rahatsız ettik, kusura bakmayın ama işimize karışanları durdurmamız hatta onları ortadan kaldırmamız gerekir. Değil mi Jacob? ". Yanında ki iri yarı pelerinli adam evet anlamında salakça bir gülümsemeyle yoldaşına baktı. "
Ah, demek işimiz kısa sürecek. " anlamsız konuşması napacağını anlamamı sağlamıştı.
Hemen Stanley'nin önüne geçtim ve yerdeki toprakları önümüze siper ettim. Bir duvar şeklini aldı tej farkı toprak görünüşlü olması, kaba olması ve daha kuvvetli olmasıydı. Duvarın arkasından bir patlama sesi duyuldu. Duvar sarsıldı ve ortasında geniş bir delik açıldı. Konuşan pelerinli adamın ellerinden ışıklar çıkıyordu. Sağ elini bize uzattı ve bir ışık dalgasını bize gönderdi. Evimin mutfak duvarı yıkılırken Stanley ve ben hemen sağa kaydık. "
Çabucak koruyucu alanı yarat Stanley! " dedim. Stanley'nin dediklerimi anlaması birkaç saniye sürmüştü. Ellerini ve ayaklarını X haline gelecek çekilde açtı ve gözlerini yumdu. Şimdi pelerinli adamlar ve biz bir kürenin içinde kapalıydık. Bu sayede diğer insanlar veya malları zarar görmeyecekti. Stanley gözlerini açtı ve bana emin bir şekilde baktı. "
Bu senin ilk - gerçek - dövüşün olacak değil mi? " diyerek sordum. Stanley kafasını aşağı yukarı salladı. "
Ahh! Stanley sen iri adamı al pek akıllıya benzemiyor eminim onun işini kolaylıkla halledersin. " Kendimden emin bir şekilde göz kırptım. Dudaklarının kenarları kıvrıldı ve kafasını evet anlamında salladı. Ellerimi yıkık dıvarımıza doğru uzattım ve onun dahada büyüyüp bir çığ gibi onların üzerine doğru gitmesini sağladım. Tabi ki bir patlama sesi ve havada uçan iki siluet gördüm. Tam iyice yükselmişlerde ki ikisi de kafalarını birşeye çarpmışlardı. Koruyucu kalkan çok işe yaramıştı. Yere doğru sert bi düşüş yaptılar ve sonra bize doğru sinirli bir halde baktılar. Ufak tefek olan bana doğru büyük bir sarı ışık dalgası doğru yolladı tam bana doğru gelecekti ki hareket etmememin nedeni olan koruyucu kalkan devreye girdi. Hafif mor, saydam cam sı koruyucu kalkan parçalandı. Bu bizi tutan küreye göre hayli kuvvetsizdi. Ellerimi yere koydum ve diz çöktüm. Bütün enerjimi yere verdim ve toprakta bir bataklık etkisi başlattın. İri olan arkadaşınında kendisininde batmasını durdurabilmek için elini alkış yaparmışçasına birbirine vurdu. Çıkan dalgalar gözle görülür bir şekildeydi. Dalgalar toprağa ulaştığında yerin çatlamasına ve benim enerjimin dışarı çıkmasına yol açmıştı. Stanley buna kızmış olacak ki daha adam ne olduğunu anlamadan onu bir kafese aldı. İri olan kafesle boğuşurken diğeri Stanley'e bir ışık sarmalı gönderdi. Hemen Stanley'nin önündeki havayı katılaştırdım, sıkıştırdım ve ayna etkisi yapmasını sağladım. Sarmal doğruca ufak adama geri döndü. Yerde boylu boyunca yuvarlandı ve kafasınnı arkasındali çite çarptı. Baygın olduğunu anlamam birkaç salisemi almıştı. Bu sırada iri olan Stanley'nin kafesinden kaçmaya çalışıyordu. Bu imkansızdı Stanley'e baktım hayli yorgundu. "
Artık bitirebilirsin Stanley, daha fazla onu oyalamana gerek yok! " Stanley sözlerimi işitir işitme ellerini uzattığı yönde sıkmaya ve yavaş yavaş yumruk haline getirmeye başladı. Geçrekten çok kuvvetliydi. Belki benden bile daha fazla diye düşündüm. Sonra iri olanında bayıldığını anladım. Kafesnin zeminine doğru kaydı ve gözleri acı çektiği durumdan kurtulmak istercesine kapandı.
Örgütün ajanlarının haberi alır almaz gelmesi birkaç saniye sürdü. Hemen pelerinli ucubeleri yakaladılar ve gerekli cezaları almaları için Burgman Hapishanesi'ne gönderildiler. Burası örgütün gizli hapishanesiydi ve bütün suçlular burada tutulurlardı. Kaçmaları imkansızdı. Evi değiştirmem gerektiğini anladığım zaman yüzümü buruşturdum. Tam inceleme yapıyordum ki ayağım bir şeye takıldı yıkılan evin kenarına fırlamış çalar saatim... Işığı bir yanıyor bir sönüyordu. Bir tekme atım ve yığına uçmasını sağladım. Örgütün gizli merkezine gitmek üzere oluşan portala foğru yürürken Stanley'e "
Birkaç ay beklemene gerek yok anlaşılan. Ortak ... " dedim ve yüzündeki sevinci rahatlıkla okuyabiliyordum...
--- Yorumunuzu sabırsızlıkla bekleyeceğim