Gözlerim açıldı. Görebildiğim her şey, karanlıktı. Bu aynı zamanda, hiçbir şey göremediğim anlamına da geliyordu. Kan kokusu alıyordum. Cesaretimin elverdiği ölçüde, hiçlikte hareket ettim. Ayağa kalktım. Gerçi şuan baş aşağı duruyor da olabilirdim. Yön duygum işe yaramıyordu. Neresi aşağı, neresi yukarı... Gerçekten umrumda değildi. Umrumda olan şey, burada ne yaptığımdı. Ayağa kalkar kalkmaz, başıma bir sancı saplandı. İstem dışı bir hareketle yere çömeldim ve elim başıma gitti. Başımı yokladım. Yara yok, kan yok. Kan yok. O zaman kan kokusu? Ya deliriyordum ya da gerçekten sandığım gibi hiçlikte değildim. Neden bilmem, ikinci seçenek çok hoşuma gitti. Neler olduğunu hatırlamaya çalışarak ayağa kalktım. Yine, bir öncekinden az şiddette olan bir ağrı beynime saplandı. Duvar olduğunu ümit ettiğim bir cisme yaslanarak gözlerimi kapadım. Aptalca bir hareketti. Zaten her yer karanlık değil miydi? Ama aptal olmayı sevdim ve gözlerimi kapalı tuttum. İşaret ve başparmağımla, burun kemiğime baskı yaptım. Beynim neler olduğunu hatırlamamak konusunda diretti. O sırada bir ses duydum. Nereye olduğunu bilmeyerek 180 derece döndüm. Küçük bir ışık göründü. Ayak sesi işittim.. Işık büyüdü, büyüdü. 1 dakika sonra ışığın sahibi konuştu:
“Hiçbir soru sormadığına göre ya çok korkaksın ya da çok cesur. Gerçi bu işlemi yaptırdığına göre cesur olman daha mantıklı, Wardaria. Hadi tut şunu ve benimle gel.”
Ben daha neyi tutmam gerektiğini bile anlamadan, kolumu bir el kavradı. Tepki vermedim. İşlem demişti. Ne işlemiydi bu? Cesaret gerektiren bir şey olduğuna göre, kendi seçimimdi. Bunu seçmeseydim cesurlukla ilgisi olmazdı, değil mi? Wardaria. Bu ismim olmalı. Büyük ihtimalle de öyle. Ve galiba bu adam, beni tanıyor.
Beni nereye götürdüğünü bilmeden, yürürken o konuştu. Ben sadece dinledim.
“Ben Elront. Merlo Elront Elros. Kardeşin olduğumu söylesem, şok falan geçirmezsin herhalde?”
Kardeşim mi? Kardeş. Neden olmasın? Konuşmaya devam etti.
“Birazdan, yolculuk bitecek küçük kardeş. Herkes seni bekliyor.”
Herkes mi? Beni bekleyen birileri mi var? Mutluluk verici.
“İşte geldik Wardaria.”
Nereye geldiğimizi anlamadan, bir kapının açılma sesi duyuldu. Kapı kapanınca geldiğimiz yere baktım. Burası aydınlıktı. Bir odadaydık ve çok lükstü. 6 kişilik bir grup bana bakıyordu. Çok iyi giyinmişlerdi. Bir bayan, titrek bir sesle fısıldadı:
“Wardaria…”
Ben, neler olduğunu anlamaya çalışırken, sanki bir şeyleri hazmetmeye çalışıyorlarmış gibi bana baktılar. Gülümseyen yüzlerle.
“Pekâlâ,” dedim uzun bir sürenin ardından, “herkes beni tanıyormuş gibi. Neden gülüyorsunuz ve burası neresi? Birisi bir şeyler açıklayacak mı?”
Bir bay, kalkarak konuştu.
“Kızım, ben senin babanım. Biz senin aileniz. Şuanda hiç bir şey hatırlamaman çok normal. İşlemin bir parçası… Merak etme, on dakika içinde, gerekli olan her şeyi öğrenmiş olacaksın ve aydınlık bir gelecek seni bekleyecek yavrum.”
“Bir dakika. Şu işlem de nedir?”
Benim sorumu umursamadı. Babam olduğuna göre sorularımı umursaması gerekmez miydi?
“Elront. Vakit tamam. Artık şu kıza geçmişini hatırlatalım,” bana döndü,” Wardaria, lütfen zorluk çıkartma. Seni asla incitmeyiz. Sen bizim biriciğimizsin. Lütfen, babana güven.”
Babam olduğunu iddia eden bu adama, içimden güvenmek geldi. Elront, beni belimden kavrayarak bir yere sürükledi:
“Haydi, küçük kardeş, bizi hatırlamanın zamanı geldi.”
Bir koltuğa oturttu beni. Çevreme bütün 6 kişi toplandı. Elront, elinde bir iğneyle geldi. Bana baktı:
“Hatırlamak için değer, ha?”
Başımı salladım.
“Bu biraz acıtabilir küçük kardeş,” dedi.
Başımı salladım. Saçlarımın başladığı yerin üç dört santimetre gerisine, iğneyi soktu. Sadece ucunu. Sonra çıkardı. Elindeki sıvıyı iğneyi soktuğu yere sürdü. Deri kapandı.
“Şimdi,” dedi Elront,” Seni bir dakikalığına yatırmam gerekecek.”
Bana bir şey verdi ve bilincimi kaybettim. Gözlerimi açtığımda kim olduğum biliyordum.
“Sonunda,” dedim,” bu işler bitti anne. Gayet iyi hissediyorum. İnsan olmak, mükemmel bir duygu. Henüz 10 saniyelik bilinçli bir insan olsam da, bu duygu mükemmel. Ve Merlo, lütfen bana küçük kardeş deme.”
“Pekala küçük kardeş, sen de bana Merlo deme.” dedi sırıtarak. Kalkıp herkese tek tek sarıldım. İlk defa, sarıldığım herkes için farklı şeyler hissettim. Size, bana olanları şöyle anlatayım: Biz 8 kişilik bir vampir ailesiydik. Bugün, 400. yılımız doldu. Vampirlerin başı derki, her 400 yılını dolduran aileden biri, vampir olmaktan kurtulabilir. İlk vampir olduğunuzda, bu saçma gelir. Ölümsüzlükten ve bunca ekstra özellikten kim vazgeçmek ister diye düşünürsünüz. Ama yıllar sonra, mesela 300 yıl sonra, bir vampire âşık olduğunuzu bilirsiniz, çünkü ekstra güçleriniz vardır. Ama ona duyduğunuz aşkı hissedemezsiniz. Ve aşkınız karşılıklıysa, bu berbat bir durumdur. Size dokunur, ama bu babanızın size dokunmasıyla aynı şeyi hissettirir. Gözlerine baktığınızda, farklı hiçbir şey hissetmezsiniz. Ama onu ölesiye sevdiğinizi bilirsiniz. İşte bu, berbat bir durumdur. Ve bizim 400. yılımız doldu. Âşık olduğum, hayatımı verebileceğim kişi olan Uther’in de öyle. Ve her iki aile de, vampirlikten kurtulup insan olmamız için bizi seçti. Yine ölümsüz olacaktık ama bir insan olarak. Yine ölümsüz olacaktık ama sevgiyi hissederek. Yine ölümsüz olacaktık, ama ailemize yaklaşamayarak. İşte üzücü kısım buydu. Ama her mutluluk verici şeyde, bir hüzünlü şey vardır. Ve zaman, önemsiz bir kavram. En azından ölümsüzler için. Yaklaşık 7 tane 400 yıl sonra, bütün ailem insan olacak. Pardon, bir kişi hariç. Çünkü tüm bu işlemler bir aile üyesi tarafından yapılabilir ve son kişi olduğunuzda aile bireylerinizin hiçbiri insan olduğu için size yaklaşamaz ve siz de bu işlemi kendi başınıza yapamazsınız. İşte bütün mesele.
Ayağa kalktım. Artık ağlayabiliyordum ve mükemmel bir histi. Babam, gözümdeki yaşı alıp kokladı ve tadına baktı. Sonra bana gülümsedi.
“Ağlama,” dedi, “aşk en kutsal şeydir.”
Gülümseyerek başımı salladım ve ona tekrar sarıldım. Babam. Beni en iyi anlayan varlık. Uther dışında.
“Pekâlâ, küçük kardeş,” dedi Elront ve ona sinirli sinirli baktım. Kendisine Merlo denilmesini istemezdi ama ben Merlo’yu daha çok severdim,” bizden hemen şuan ayrılman gerekiyor, aksi takdirde Kandorlarla başımız derde girer. Biliyorum, ayrılık üzücü bir durum. En azından senin için. Biz üzüldüğümüzü bilsek de bunu hissedemeyiz.”
Kuzen Jais elime bir şeyler tutturdu.
“Bunlar,” dedi, “gelecekte sahip olmak isteyeceğin meslek için bilgi çipleri. Ya da sahip olmak isteyeceğin bir bilgi için. Her şey çok kolay olacak. Güzel bir gelecek seni bekliyor. Güzel bir sonsuzluk…” Sonra bana gülümsedi. Ben de ona. Elime bir kâğıt tutuşturdular. Ne olduğunu biliyordum. İstediğin kadar para. Bu da vampirlerin bir başka özelliğiydi. İnsan paralarının aynısını yapardık. Vampirlerin kullandıkları para farklı olduğu için de, bu paradan istediğiniz kadar alabiliyor hatta yetmiyorsa özel olarak bastırabiliyordunuz. Saat 12’yi vurdu ve benim gitme vaktim geldi. Herkese baktım. Babam cesaret verircesine gülümsedi.
“Unutma,” dedi,”seni izliyor olacağız. Başın belaya girince olaya karışmak suç değil.”
Başımı salladım.
“Lütfen,” dedim yalvaran bir ses tonuyla,”Lütfen kendinize iyi bakın.”
Sonra arkama bakmadan çıkıp gittim.
Arkama baksam ne olurdu bilmiyorum ama bakmadım.
Uther beni iskelede bekliyor olacaktı.
Bir insanken hızlı hareket edememek iğrençti, ona ulaşma sürem artıyordu.
Sonunda iskeleye vardım. Uther beni görür görmez koşmaya başladı. Ve bana sarıldı. İlk dokunuş mükemmeldi. Hissettiğim en güzel duyguydu. Kulağıma “mükemmel” [b]diye fısıldadı. Gülümsediğini sezebiliyordum. [b]Sonra, bana belimden sarıldı ve yürümeye başladık.
“Bence buralarda başlamamalıyız hayata, ailemizden ne kadar uzak olursak o kadar iyi. Onlara yakın olursak bize değil ailemize zarara verirler. Kandorlar çok merhametlidir ama ne yapacakları belli olmaz. Her şey bir yana, seni hissedebilmek mükemmel bir şey.” Sonra alnıma bir öpücük kondurdu.
“Bence de,” dedim.
Geleceğim ve sonsuzluğum elbette güzel olacaktı.
Çünkü geleceğim ve sonsuzluğum yanımda yürüyordu.