Soğuk ve bunaltıcı havayı seyrediyordu herkes. Alevle yanan eşyalarını,ailelerini ve kasabalarını izliyorlardı. Turuncu ve kırmızı alevlerin gökyüzüne siyah dumanı bırakmasını izliyorlardı. Külle dönen kasabalarından gelen o yanık kokusunu hissediyorlardı. Gözleri yaşlı ve üzgün bir şekilde canlarını kurtarmaya çalışan insanları gizleyen ormanın içinden gelen serin bir havanın üstlerine çarpıyordu. Dünya git gide çöküyordu. Vampirlerin kana susamış krallıkları ve askerleri insanları öldürüyor ve onların yaşadıkları alanları tamamen yakıyorlardı. Kabus ve buğulu kırmızı gözleri ve bembeyaz beyaz dişleri ile kabus olmuşlardı. Kabusun imparatorları ise zevk ve hain gülüşleri ile olanları izliyorlardı. İnsan ırkının onların ellerinde acımasızca öldürülmesini izliyorlardı. Bitmek bilmeyen açlıklarını acımasızca dindiriyorlardı. Dünya üstüne korku ve hüzünü giymişti adeta. Din adamlarının bu durumu durmalısı için farklı ve tehlikeli bir çareye başvurması dünyayı tamamen kabus ve kaos'a götürmüştü. Kurtadamlarla imzaladıkları anlaşma bir o kadar tehlikeli ve bir o kdar kanlı olmuştu. Kendi askerlerini oluşturmak için hayatta kalan insanların bazılarını acımasızca kendi zehirlerini vermiş ve vampirlere karşı bir ordu oluşturmuşlardı. Gözleri siyah ve kaos yaymak için ufak bir kıvılcımı bekliyordu. İnsanlığın kurtulması artık bu tüylü ve iki ayak üstünde yürüyen ve etrafa korku saçan kurtadamlar olmuştu. Artık dünyadabarış diye bir tabir yoktu. Barış artık hiçbir zaman olmayacaktı. Savaşmak isteyen savaşını alacak ve etrafı saran bir karanlık gibi bitmek bilmeyen bir hal alacaktı.Ne iyilik ne de kötülük bu savaşa katılmıştı. Tek amaç ırklarını korumak isteyen canlılardı. Bir tarafta siyah ve gri buğulu gözlerle,farklı tonlardaki zırh gibi kürkleriyle ve açlıktan sızlayan dilleri ile kaos aracı olan
kurtadamlar ve dünya'ya Tanrı tarafından gönderilen ve dünya'nın tamamen kendilerine ait olduklarını iddaa eden farklı tenlerdeki ve şekillerdeki insanlar bir taraf olmuştu. Karşılarında ise dünya'yı tamamen hakimiyetleri altına almak isteyen buğulu ve aç kırmızı gözleri ile sonsuz bir yaşam kazanmış olan kan emiciler vardı. Önceden olan kurtadam ve vampir savaşı şimdi dahada şiddetlenmişti. Bu sefer kurtadamların yanında insanlar vardı. Karanlık yavaş yavaş yaklaşırken iki tarafta bölge le geçirmeye ve kendi krallıklarını kurmaya başlamıştı. Kabusun ve kaosun bitmek tükenmeyen bir noktaya ulaşmasını seyrettiler hepsi..
Uzun zamanlar sonra her iki tarafta büyük kayıplar vermişti. Vampirlerin ve kurtadamların sayısı azalmıştı. Kabusun orduları ve kaosun orduları geçici de olsa bir ateşkes imzalamışlardı. Bu zaman zarfı içinde insan ırkının nüfusu git gide yükselmeye başladı. Tanrı tarafından kendilerine bahşedilen o akıllarını kullanarak teknolojilerini geliştirmişlerdi. Yaptıkları silahlar ve korunma araçları delinmez vampir zırhını delip geçiyor,içindeki ona bahşedilen sonsuz yaşamı söküp alıyordu. Silahların hergün gelişmesi ve insan nüfusunun gözle farkedilen nüfus patlaması insanların gözlerine kara bir zafer buğusunu yaratmıştı. Gözlerini kaplayan bu buğu yüzünden ittifakları olan iki ayaklı kaos silahlarına saldırmışlardı. Onların ne yaptıklarını düşünmek gerekirse saldırmamak aptallık olurdu. Kurtadamlar kaybettikleri asker kadar insanları bir av gibi avlayıp kendi zehirlerini onlara yayıyordu. Bu şekilde insanlar sevdiklerinin acı dolu dönüşümünü izliyor ve açlıklarının inanılmaz kaosunu izliyordu. Din adamları bu durumdan baştan beri memnun olmasalarda bu durumun karşılarındaki buğulu kırmızı gözlü kan emicilere karşı olduğu için seslerini çıkartmıyordu. Ama bu dönem sanki onlar için yartılmış bir şans gibi gelmişti. Ve gözlerini boyayan zafer duygusunu destekleyen bir güç ortya çıkmıştı. Şeytan uzun zaman sonra dünyadaki insanların kalplerine desteklediği düyguyu salmıştı. Kötülük ve zafer isteyen acımasız yaratıklar bu sefer insanlar olmuıştu. Havayı kaplayan karanlık sanki bir kat daha artmıştı. Güneşin cılız ışıkları bile bu katmanları geçemiyor gibi görünüyordu. Kurtadamlara verilen şehiri basan insan onları acımadan öldürmüşlerdi. Kanlarını tüm şehir duvarlarına sürmüşler ve bedenlerinden ayırdıkları kafalarıyla kanla kaplanmış sokakta oynamışlardı. Şeytanın desteği ile şahlanan siyah bir kabus bulutu olan insanlar kurtadamları arkalarından vurmuşlardı. Kurtadamlardan geri kalanlar ise insanlardan korku ve şaşkınlıkları arasında hissettikleri öfkeyle onlar için kazandıkları bölgelerden sürülmüştü. Arkalarında bıraktıkları dost sandıkları insanlara intikam için yeminleriyle oradan ayrılmışlardı. Öfke dolu gözlerine yazılan bir intikam buğusu yayılmıştı. Öyle büyük bir yemindi ki yüzyıllardır düşman oldukları ırk olan gri buğuları arasından kırmızı aç gözleri ile olanları takip eden vapirlerlere sığınmışlardı. Vampirlerin sayıca onlardan az olması ve yeni bir şekilde olan yapılandırmanın önüne geçmek için kurtadamlarla istemeden de olsa onlarla ittifak olmuşlardı. Şimdi bir avuç vampir ve kurtadam ordusunun karşısında şeytanın desteklediği insan ırkı vardı. Kabus bir kez daha başlıyordu. Vampirlerin kurtadamlarla ittifak yapmaları yapılan ateşkesin fes edilmesine sebep olmuştu. İnsanlar onların üstlerine doğru gelirken din adamları onların dehşet içinde öldürülmesi için emirler yağdırıyordu. Şeytan ise olanları yakından izliyor ve hazırladığı müritlerine bakıyordu. Barışın simgesi ve dostluğu isteyen melek bile bu duruma dayanamamıştı. İnsanların karşısında duran vampir ve kurtadamların yanında yer almıştı. Adı bilinmeyen taraf çatışması şimdi iyilik ve kötülük savaşına dönmüştü. Meleğin desteklediği taraf vampirler ve kurtadamlar olmuştu. Az sayıda olmalarına rağmen onlara bahşettiği yetenekler sayesinde yenilmezlik sıfatını üstlerine giydirmişti. Ve onlara liderlerini belirmek için bir uyarıda bulunmuştu. Çünkü bu yenilmez olan orduyu yönetecek birisinin olması doğru olduğuna karar vermişti. Bunu kabul eden vampirler ve kurtadamlar Drangorn adı verilen eski bir ayin yerinde toplanmışlardı. Ama onları bekleyen bir süpriz vardı. Ayin bölgesine gelen insan topluluğun onların öfkeisni tetiklemiş ve havaya gewrgin bir hava yaratmıştı. Ama melek onlar için şeytanın elinden bir grup asker getirmişti. İyiliğin ışığına güvenen insanları oraya getirmişti. Ve ayin bölgesinde beni lider adayı yapmıştı. O gün hiç bir şeyden korkmadığım kadar korkmuştum. Karşımdaki hırlamalardan ve tıslamalardan. Öfke dolu olan gözlerden ve öldürmek için hazırlanan yeteneklerden..
Drangorn,Gecenin soğuğu arasında.
Karasızlıktan Doğan Umut
Kabusun ve kaosun kapladığı karanlık gökyüzünün korkutucu görünümden kurtulmak istiyordum. Benim gibi en az on adam vardı. Kulaklarımıza fısıldanan sesi dinlememekte kararlıydık. Bize söylenen barış için olacaklardı. Ama savaşmak ve onları öldüresiye öldürmenin neresi barış olacaktı. Ya da bizim cani bir şekilde öldürülmemizin.. Bu yüzden bize verilen görevi reddettik ve yaptığımız hatayı telafi etmemiz için düşman diye gördüğümüz ama ışığın muhteşem ordusu olan yaratıklarının yanına gidiyorduk. Belki ölecektik ama en azından biz de ışığa inandığımız için ölecektik.
Karanlık gökyüzünde hızlı bir şekilde ilerliyordum. Arkamdan gelen yardımcılarımın ayak seslerini duyabiliyordum. Durmadan üç gündür yollardaydık. Peşimden gelen orduları düşünürsek gerçekten hızlı ve durmadan gitmemiz gerekiyordu. İçime dolan karmaşık duyguları ayırmaya çalıyordum. Umut,inanç,korku,hüzün.. Karma karışık bir ruh haliydi. Hepimiz öyleydik. Şeytana inanmadığımız için kendimizi mutlu hissediyorduk. Ama ya sığınmak için ilk ve son seçeneğimiz olan topluluğun bize inanmasını bekliyor muyduk? Biraz evet biraz hayır.. Karanlığın arasından ilerlerken gözlerim karanlığa öyle alışmıştı ki karanlığın içindeki en ufak hareketi bile görebiliyorduk. Nefesim gürültü çıkıyordu. Yorulmuştum ve susamıştım. Ama sınırlı sayıda suyumuz ve susuzluğumuzu giderecek sıvılarımız vardı. Bu yüzden şafak vaktine kadar su içmemeliydim. Dünya artık sadece bir saatliğine güneşi görüyordu. Oda normalde sabahın ilk saatleri olan güneşin doğuşuydu. O aziz ışığını bir saatliğine bile olsa bizim üstümüze vuruyordu. Daha sonra karanlık kabus bulutları arkasında yok olup gidiyordu. Bacaklarım sanki başka birine aitmiş gibiydi. Ama verilen tek emiri yerine getiriyordu. Hızla kasılıp gevşiyordu. Deli gibi koşuyordum. Nefesim hızlı oluyordu. Ciğerlerim yeterli oksijen almadığı için isyan ediyordu. Kalbim ise sanki delirmişcesine atıyordu. Burnumdan içeriye giren ormanın toprak kokusu bile artık genzimi yakıyordu. Üstümdeki pelerin soğuktan korumam içindi ama yüzüme çarpan sert rüzgarın o soğuğu kanlarımda akan ssıcak kanın deli gibi akışı yüzünden hissetmiyordu. Aksine terliyordum. Alnımdan akan tuzlu su parçacağı yanağıma inmaden rüzgarın etkisi ile uçup gidiyordu. Kulaklarıma çalınan melodi uğultunun içindeki ufak notalardı. Başka bir şey duymayı beklemiyordum. Ormanın içinden Drangorn ayin bölgesine giden yola yaklamıştık. Şimdi etrafı saran orman kokusu dışında farklı tonlardaki kokular burnumdan içeriye giriyordu. Bir de artık yavaşlamamız gereken zamanın geldiğini anlamıştım. Ayaklarımın yavaş bir şekilde yavaşlamaya başladım. Arkamdan gelenlerde yorgun nefes alışları arasında yavaşlamaya başladı. Buraya gelmemizi söyleyen içimizdeki sesti. Ya da bize yol göstermeye çalışan bir varlıktı. Yavaşladım,yavaşladım ve artık yürümeye başlamıştım. Bacaklarımdaki kaslar o kadar kasılmıştı ki yürürken dizlerimi zor bükebiliyordum. Tuzlu su damlacıkları olan ter ensemden ve alnımdan boşalmaya başlamıştı. Onları aldırmadım. Şu anda eski ve taşların arasından çıkmış kuru otları görüyordum. Yürürken ayalarımın altında bir böcek gibi eziliyordu. Çıkardıkları ses gecenin o kasvetli sessizliğini yarıp geçiyordu. Bu seslerden mi yoksa bizim geldiğimizi hissettiklerinden mi bilinmez ama bizim etrafımızı bir anda sarmışlardı. Buğulu kırmızı gözlerin karanlığın içinden parıldadıklarını görebiliyordum. Ve onların etrafında duran siyah siluetleri görüyordum. Yaklaşık iki metre olmalıydılar, çünkü ilk defa böyle büyük bir şey görüyordum. Karanlığın arasından yavaş ve sakin adımlarla çıkmışlardı. Vampirlerin yere basıp basmadığına bile karar verememiştim. Ama öfkeli bir pençenin toprağı deşen bir şekildeki adımı görmüştüm. Etrafımızdaki bazıların kendi aralarında tartıştığını duydum. Bizi öldürüp öldürmemek üzerinde tartıştıklarına hem fikir olmuştum. Arkamdaki sinirli hımurdamların dinmesi için sol elimi kaldırdım. Susan öfkeli insan grbumun birbirlerine yakın durduğunu gördüm.İçlerine dolan şeyin korku ve tetikte olma duygusu olduğumu tahmin ediyordum. Karşımızdaki yoldan uzun boylu ve gri tüyleri dimdik olan bir kurtadam ve yanında sessiz ama gözlerindeki buğulu kırmızılığı fark ettiğim vampiri gördüm. Kurtadamın yüzü öfkeyle kasılmıştı. Beyaz dişlerini gösteriyordu ve dişleri arasından hırlıyordu. Yanındaki vampirin yüzüde ise dikkatimi çeken kusursuzluğu oldu. Kulak hizasına gelen uzun ve sarıya çalan saçları arasında kalan kırmızı gözlerinde tehdit yok gibi görünüyordu. Ama onların hakkındaki duyduklarımız daima tetikte olmamız gerektiğini biliyordum. Birden kulaklarıma gelen sinirli melodik bir ses duydum.
-Onları öldürmeliyiz. Muhtemelen şeytanın ordusunun casuslarıdır.
-Biz şeytandan yana değiliz. Biz sizinle birlikte onlara karşı savaşmayı seçtik.
-Buna inanıyoruz. Siz meleğin tarafını seçtiniz. Onun tarafına gelen her varlık bizim ittifakmızdır.
Konuşmamın ardından konuşan ses şarkı gibiydi. Konuşan önümde duran biraz önce kurtadamın yanında gördüğüm vampirdi. Buradan onun bu öfkeli gruba liderlik yaptığını anlamıştım. Ama szöünde melekten bahsetmişti. Böyle bir varlık gerçekten var mıydı? Şeytanın büyük düşmanı.. O zaman bu savaş taraf savaşı değildi. İyilik ve kötülüğünün savaşıydı. Şaşkınlık vücuduma yayılmaya başlamıştı. Çünkü bunca yılldır başka varlıklarla savaşan insanlık ırkı hep iyiliği temsil etmişti. Ama bu sefer ki durum çok farklıydı. İnsanlık kötülüğün tarafının yanındaydı ve aralarındaki iyiliği temsil eden bizdik. Tıpkı o zamanlardaki karanlığı temsilcileri gibiydi. Dünya bu kadar kötü bir duruma mı düşmüştü? Kabus dolu ve kaos dolu olmuştu. Taraflar tamamen değişmişti. Ve tek çıkış yolumuz ölümüne olan bir savaştı...