Geçmiş, şuan ve gelecek. Her zaman karıştırılan üç kelime. Kimse bunları ayırt edemez. Belki şuanı yaşıyor olabiliriz ama yaşadığımız an geçmişin tozlu sayfalarının birinde, bir kenarda birkaç sözcük olarak sıkışmış olabilir. Yani bazen şuan olarak yaşadıklarımız geçmiş olabilir, eskiden yaşanmış bir hikâyenin tekrarıdır belki de...
Karla kaplı, üç insanın yan yana zor yürüyebileceği derecede dar, etrafını evler kuşatmış sokakta ilerliyordum. Kar hayla büyük bir hırs ve istekle yağmaya devam ediyordu. Ben ise botlarımı kara batarken çıkardığı o sesi dinlemekten kendimi alamıyordum. Hafif üşüyordum ama üstümdeki siyah mont ve altındaki kazak üşümemem konusunda bana epey yardım ediyordu. Evlerin çatısının kenarlarında birikmiş olan kar gözümü korkutmuyor değildi. Bembeyaz ve yüksekçe duvarlar oluşturmuşlardı adeta evin çatısının kenarında. Bu yüzden hep ortadan gitmeye özen gösteriyordum. Yol arada bir kaç kere miyavlayan kediler hariç boş ve sessizdi. Zaten gecenin yarısında kim bu karanlık ve gizemli sokakta gezinirdi ki. Evler iki veya üç kattan oluşuyordu genelde. Boyaları pek belli olmuyordu ama beyaz olduğunu tahmin ediyorum. Tek bir ışık olmaksızın körü körüne ilerliyordum. İlk geçişim değildi buradan belki de o yüzden rahattım belki de sadece düz bir sokak olduğu için bu karanlık ortamda rahatça ilerleyebiliyordum. Nerdeyse yarım saattir yürüyordum. Her zaman aynıydı evler ve ağaçlar, sokak sadece bunlardan ibaretti. Kar artık botlarımın içine dolmuştu ve rahatsızlık veriyordu. Artık bu durumdan nefret etmeye başlamıştım. Ayaklarım üşümeye başlamıştı. İçimden asamı çıkartıp bir büyüyle bu durumdan kurtulmak geçiyordu ama muggleler bunu fark edebilirdi. Bu karanlık ve zor dönemde kendimi gizlemeliydim. Biraz daha yürüdükten sonra diğer evlere göre nispeten dar ve uzun bir evin önüne gelmiştim. Ev diğer evlere göre daha koyu renkliydi ve her katta bulunan üç pencere hariç dışarıyla bir bağlantısı yok gibi görünüyordu. Hatta hiç ışık olmaması sanki evde kimse yaşamıyor süsü veriyordu. Etrafı bir süzdüm. Eski ama dayanaklı ahşap kapının önündeydim. Etrafta meraklı gözlerin olmadığına ikna olduktan sonra kapıya iki kere hızlı bir kere yavaş vurdum. Bir süre bekledim. Bu arada gökyüzüne dalmıştım. Gecenin karanlığın, sonsuzluğa ulaştığı yere. Sadece seyre dalmıştım izliyordum. Ay dolunay halindeydi. Yıldızlar çevresini kuşatmıştı sanki ama karını boşaltan bulutlar yüzünden net görünmüyordu. Kapının ardından biraz yaşlı, yorgun ve buğultulu bir ses yükseldi: "Kim var orada?" diyordu tedirgin ses. Birkaç saniye sustum ve sadece bekledim. Sonra da kısık ve net bir şekilde: "Amca benim aç artık şu kapıyı dondum." diyebilmiştim. Titriyordum derken soğuk artık her yerime işlemişti ve dışarıda kalıp bu ıstırabı daha fazla çekmek istemiyordum.
Kapı yavaş bir şekilde aralandı. İlk önce karanlıkta rengi belli olmayan sadece parlayan bir çift göz göründü sonra da sonuna kadar açıldı. Birkaç adım atıp içeriye girdim. Kapı ardıma kapandı rüzgârın etkisiyle. Gürültülü bir şekilde kapanan kapının ardında karanlık bir koridor ve koridorun etrafında kurulmuş odalar vardı. Karşımda ise ihtiyar bir adam. İlk önce belimi sımsıkı tutan bir çift el hissettim. Sıkı sıkı sarılıyordu amcam bana. Bu sıcaklığı bu samimiyeti özlemiştim. Karanlık zamanlar samimiyetsizliği ve soğuğu beraberinde getiriyordu. Artık bu tür karşılamalar ender görünüyordu. Ellerimi kaldırdım ve aynı şekilde karşılık verdim. Gözlerimi kapamış özlemle beklediğim bu anın tadını çıkartıyordum. Bir müddet öyle kaldık bana saniyeler gibi gelse de en az üç dakika öylece beklediğimizi biliyordum. Ev sıcaktı ve hemen içim ısınmıştı. Ama hayla ıslaktım. Montumun cebindeki uzun sayılabilecek, karanlıkta rengi belli olmayan ama desenleriyle kendini belli eden bir asa çıkardım. Üstüme doğru tutup birkaç kelime mırıldandım. Artık üstüm de kuruydu ve ben bu kuruluğu özlemiştim. İhtiyar önce davranıp dar koridorda ilerlemeye başlamıştı. Ben de ardından ilerliyordum. Koridor dardı ve iki duvarında da resimler vardı. Aile geçmişinden fotoğraflar. Oradaki insanlar bile aynı çerçevede buluşmuş dış dünyada olan biteni konuşuyorlardı ve bunu yaparken de fısıldaşıyorlardı. Bu fısıltılar insana rahatsızlık veriyordu. Koridorda tak-tuk sesleriyle birlikte yavaş adımlarla bir müddet yürüdük. Birkaç kapı geçtik ve koridorun sonundaki odaya girdik. Mutfaktı burası. Hiç ses çıkmıyordu. Ocağın üstünde büyü ile kaynatılan bir çaydanlık ve tencere vardı. Yemek hazırlanıyordu mütevazı bir havası vardı. Mutfağa girince sağda duvar karşılıyordu bizi duvarda gene çerçeveler vardı ama içleri boştu. Sanki bütün fotoğraflardaki insanlar koridorda buluşmuştu. Sol tarafta da eski bir ahşap masa vardı. Etrafını çevreleyen 4 tane sandalye. Sandalyeler ve masa kahverengiydi çok net görülüyordu. Tavanda asılı duran bir gaz lambası nahoş bir ışıltı sunuyordu etrafa. Pencere yoktu ve bunaltıcı bir havası vardı. Karşı köşede ise birkaç tezgâh ve ocak vardı. Küçük bir mutfaktı ama tamamen hoş ve şirin sayılabilirdi. İhtiyar ocakta pişmekte olan yemeğini kontrol etti ve o buğulu sesiyle konuşmaya başladı: "Bir şeyler yemek istersin, acıkmışsındır diye düşünmüştüm." dedi kibarca. Konuşmaya üşenip sadece kafamı evet anlamında salladım. Boğazım kurumuştu tezgâha doğru yöneldim. Musluğu hafif açtım ve orada duran bardağın birine su doldurdum. Suyun dolarken sesini dinledim. Hafif bir dalgınlık sonucu soğuk olan su taştı ve ellerimle buluştu. Musluğu kapatıp elimdeki bardağı ağzıma götürdüm. Su soğuktu ve ben de henüz çok ısınmış sayılmazdım ama boğazımın kuruluğu acı vericiydi. Suyu bir seferde bitirip bardağı tozlanmaya başlamış olan tezgâha bıraktım. Suyun gırtlağımı temizlemesini bekledim bir süre için sonra da yaşlı masaya doğru yürüdüm. Bir sandalyeyi kendime doğru çekip oturdum. Yarım saattir karda yürüyordum ve artık bacaklarım isyan ediyordu. Bu dinlenme de bana çok iyi geliyordu. Siyah kotun altındaki bileğim acıdan kıvranıyordu adeta.
Bir müddet sonra önüme eski bir tabak geldi ve bir o kadar eski çatal ve bıçak. Muggle yemeği pişirmişti. Bir tabak makarnaydı önüme gelen. İhtiyar karşımda duran sandalyeye gıcırtılar eşliğinde oturdu. Masa üç dört gündür silinmiyordu ve toz tutmaya başlamıştı. Çatalı makarnanın üstünde götürdüm. Bir süre gezdirdim. Çatal metaldi ve gaz lambasının yaydığı hafif ışık yüzünden parlıyordu. Birkaç makarna alıp ağzıma götürdüm. İhtiyarın sesini kulaklarımda işitmeye başlamıştım: "Seni görmeyeli uzun zaman olmuştu evlat. Sen buraya işin düşmedikçe gelmezsin ne oldu anlat bakalım." diyordu o her zamanki buğulu sesiyle. Birkaç makarnayı daha ağzıma götürdüm. Evet, ben buraya işim düşmedikçe gelmezdim ve geldiğimde bu yüzden kendimde suçluluk hissederdim ama amcamın tavırları bu suçluluk hissini bastırmaya yeterdi. Onu hiçbir zaman anlayamamıştım hep kendi halinde kalmıştı belki gençliğinde yeri göğü inleten bir büyücüydü ama artık bu evde yalnız başına kendi kendine yaşayan bir muggle gibiydi. Ben ise artık bir süre burada onun yalnızlığını paylaşacaktım. Tabağımın yarısını bitirmiştim ve amcam benden cevap bekliyordu. Daha fazla bekletmemeye karar verdim: "Bir süre seninle burada kalacağım. Nedeni çok uzun bir hikâye. Şimdi anlatamam ama yarın ilk işim bunu anlatmak olacak." demiştim. Pek inanmayan gözlerle izlediğini fark edip: "Söz veriyorum. Şimdi çok yorgunum, ikinci katta bana ait bir oda olduğunu hatırlıyorum. Biraz uyumam gerekiyor." demiştim. Sesim ne ince idi ne de kalın ama kibar ve biraz soğuk çıkıyordu. Sadece kafasını sallamıştı cevap verme gereksinimi duymamıştı. Ben de bu durumdan epey hoşnut kalmıştım. Tabakta birkaç makarna kalmıştı onları da ağzıma götürdüm ve masadan kalktım. Dar koridora doğru yönelmeden önce amcama son bir kez baktım. Yaşlı ve yorgun görünüyordu. Kafasındaki saçlar artık dökülmeye başlamıştı omzu çökmüş göbeği hafiften çıkmaya çalışıyordu. Haline biraz acıdım ve koridora yöneldim.
Çerçeveler içindeki kalabalıklar son bulmuş herkes kendi çerçevesine çekilmişti. Koridorun sağındaki merdivenlere yöneldim. Merdivenler ahşaptı ve her hareketimde gıcırdıyordu ve ben bundan rahatsız olmaya başlamıştım. Yedi merdiven kadar çıkmıştım ve beni yine eski ve tozlu bir koridor bekliyordu. Burada da fotoğraflar vardı ve buradaki çerçevelerde yaşayanların büyük çoğunlu uyumuştu bazıları arada meraklı gözlerle beni süzüyor ben geçtikten sonra fısıldaşmaya başlıyorlardı. Koridorun sağındaki odaya girdim. Oda karanlık değildi en azından mutfaktan aydınlık sayılırdı. Bir gaz lambası vardı ve pencereden dolunay şeklindeki ayın ışığı süzülüyordu. Odanın ortasında bir yatak yerleşmişti. Tabanlarında gazete küpürleri dağılmıştı. Odanın duvarlarında hiç çerçeve yoktu. Sağ tarafında ahşap bir masa duruyordu. Masanın hemen yanında tavana kadar uzanan bir dolap ve yatağın başında da küçük bir komidin. Üstümdeki montu çıkardım ve öylece yatağa doğru atladım. Yatağın yayları eskimişti ve hafif bir gürültüyle gıcırdıyordu. Başımı yumuşacık yastığa koydum ve gözlerimi kapadım. Artık benim için gün bitmişti.