İtlafı hakeden bir idam mahkumu !
Beş haftadan beri hem bu düşünceyle başbaşa yaşıyorum. Varlığı beni dehşet içinde bırakıyor, ağırlığı altında eziliyorum.Bir zamanlar, -çünkü bana sanki haftalar değil de yıllar geçmiş gibi geliyor- bende herkes gibi bir insandım. Her günün, her saatin, her dakikanın bir anlamı, bir tadı vardı. Genç ve zengin ruhum hayallerle doluydu. Hyatın sert ve ince kumaşını, sonsuz karışık figürlerle işleyen ruhum bunları düzensizce ve sürekli olarak gözümün önünde sıralamaktan zevk alırdı. Genç kızlar, göz kamaştırcı cüppeleri, zaferle sonuçlanan savaşlar, gürültülü ve ışık dolu tiyatrolar ve yine genç kızlar; gece kestane ağaçlarının kocaman dalları altındaki kaçamak gezilerdi bunlar. Hayal dünyamda daime neşe vardı. İstediğimi düşünebiliyordum, özgürdüm. Şimdi ie, tutukluydum. Bedenim bir hücrede zincirlere bağlı; ruhum düşünceye esir olmuş. Korkunç, yürek yaralayan, merhametsiz bir düşünce bu! Artık aklımda tek bir düşünce tek bir gerçek var:
İdam!
Ne yaparsam yapayım, bu düşünce hep benimle ! Yalnız, kıskanç ve dikkati dağıtarak beni herşeyden uzaklaştıran bu ürkütücü düşünce, sanki bana musallat olan bir hayalet gibi hep yanımda. Ve zavallı ben (!) onunla karşı karşıyayım; başımı çevirmek ya da gözlerimi kapatmak istediğimde, o buz gibi elleriyle beni sarsıyor.O beni kovalarken sıçrayarak uyanıyor ve kendi kendime, ''Ah ne iyi! Bu sadece bir rüya '' diyorum. Ve ağırlaşmış gözkapaklarımın dahada açılmasına fırsat vermeden etrafımı saran iğrenç gerçeğin içinde; hücremin ıslak ve nemli zemininin üzerinde; gece lambamın soluk ışıkları altında; giysilerimin hantal görünümlü kumaşında; zindanın demir parmaklıklarının arkasında duran ve fişek çantası ışıldayan nöbetçi askerin figüründe bile kendini gösteren bu korkunç kararı görmem için sanki bir ses kulağıma düşeceğim, adını bile söylemek istemediği o durumu anlatıyordu. Her cumartesi sabahı uykumun en derin yerindeyken gardiyanın beni demir ayakkabılarıyla ve elindeki tüfekle dürterek uyandırmasına alışmıştım, zincire vurulup duruşmaya götürülüyordum. Ama bu durumun sonu idamdı, beni uyandırmamaları ve sonsuz bir uykuya daldırmaları daha güzel olurdu. Bir vampirin yaklaşık 100 insan öldürmesi durumunda tebrik plaketiyle ödüllendirilmesi beklenemezdi elbet. İdamı haketmiştim, siz sanmayınki anlattıklarımla kendimi acındırıyorum. Sdece kimsenin bilemeyeceği hislerim bunlar, bu hisleri bilmeksizin yargılayacaklar beni...
Arada yaklaşık üç ay geçtikten sonra, güzel bir ağustos sabahı, güneş tarafından yanmamam için üstüme geçirilmiş siyah, büyük bir kumaş parçası yüzünden önümü göremiyordum. Bir an güneşin sıcaklığından kendimden geçmiş olmalıyım, gözlerimi mahkeme salonunda açmıştım. Herkes neşeli bir şekilde sohbet ederken bu benim kulaklarıma bir kıymık misali acı veriyordu. Herkes neşeliydi, yargıç bile. Sadece jüri üyelerinin yüzleri bitkn ve solgun görünüyordu. Bu da herhalde bütün gece uyumamanın verdiği yorgunuktan kaynaklanıyordu. Bazıları da esneyip duruyordu. Hiç birinin yüz ifadesinde ve davranışlarında biraz önce idam kararı vermiş bir insanın hali yoktu. Uzun bir konuşmanın ardından son cümleleri seçmiştim, '' Mahkum...Ömür boyu hizmet cezasına çarptırılmıştır!!'' bu cümleyi hiç seçmeseymişim. İdamı hakediyordum. Ve sonsuza kadar hizmet etmek bana ağır geliyordu, sonsuza kadar yaşayabileceğimden haberdar olan bu pislikler benden resmen yararlanmak istiyordu. Bunada daha fazla katlanamazdım. Beyminden kollarıma doğru akan bir güç ile zincirlerimi kopardığım gibi yargıçın kürsüsünün önüne atladım ve tıslamaya başladım. Ardından çenesine sapladığım uzun pençelerimle onu havaya kaldırıp kanını emmeye başladım, boğazıma doğru akan kan beni şehvetlendirirken yargıçın anıları gözümün önüne geliyordu. Arkamdan açılan ateşi takmıyordum. Sadece oradan ayrılmayı kafama sokmuştum, sadece hayvansal güdülerle pencereden dışarı atlamıştım, bu büyük bir aptallıktı, alevler içinde yanarken şöyle demiştim. ''İdamı haketmiştim zaten.'' yanmasına rağmen tebessüm dolu suratımda iyice kül olmuştu...